top of page

Energy Söyleşileri 1 - Dr. Kubilay Kavak

EPAM vek copy.png

Enerji Söyleşileri serimiz ile enerji sektörünün farklı alanlarında faaliyet gösteren uzmanların tecrübelerini bir araya getirmeyi amaçlıyoruz.

 

İlk bölümümüzde konuğumuz TSKB Escarus CEO’su Dr. Kubilay Kavak oldu. Kubilay Bey ile Escarus’ta yaptıkları son faaliyetleri, günlük çalışmasında uyguladığı yöntemleri ve gelecekte enerji ve iklim alanında çalışma yapabilmek için gereken yetenekleri konuştuk.

Transkript

Gökberk Bilgin: Değerli Misafirlerimiz, hepiniz hoş geldiniz.  Enerji Söyleşileri serimizin ilk bölümünde, sayın Dr. Kubilay Kavak hocamızı ağırlayacağız.  TSKB bünyesindeki Escarus Sürdürülebilirlik Danışmanlığı şirketinde genel müdür olarak görev yapıyor kendisi.  Hocam siz de eski bir Bilkentli olduğunuzdan, evinize hoş geldiniz demek isterim.

Dr. Kubilay Kavak: Hoşbulduk.

GB: Sanal bir ortamda da olsa bu toplantıyı yine gerçekleştirebiliyoruz.  Öncelikle hocam, kısaca yaptığınız işlerden başlayarak, görüşmemizi başlatabiliriz.  Bir saatlik sohbet tadında, tecrübelerinizi aktaracağınız, güzel bir program yapmak; bir taraftan gündeme değinirken bir taraftan da gelecek konusunda yapılabilecek işleri tartışmak amacıyla bu serimizi başlatıyoruz.  Söz sizde.

KK: Teşekkür ederim.  Değerli dinleyicileri de saygıyla ve sevgiyle selamlarım.  Escarus, marka adıyla, resmi adıyla Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Sürdürülebilirlik Danışmanlık A.Ş. tamamen sürdürülebilirliği merkeze alan, sürdürülebilirlik odaklı projelerde danışmanlık faaliyetleri yürüten bir kuruluştur.  Tabii sürdürülebilirlik nedir, hangi başlıklar sürdürülebilirliğin altına girer, hangileri kapsamın dışındadır epeydir tartışılan bir konudur fakat büyük oranda küre genelinde bir ittifak sağlandı; ne olmadığı değil ama en azından ne olduğu konusunda bir mutabakat oluştu.  Meşhur Brandt raporunda geçen ifade ile, bugünün kaynaklarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını heba etmeden, o ihtiyaçları dikkate alarak kullanma sorumluluğuna, hassasiyetine, biz genel anlamda sürdürülebilirlik diyoruz. 

 

Biliyorsunuz sürdürülebilirliğin sözlük anlamı “daimi olma yeteneği” yani biraz önce açılış konuşmanızda işaret ettiğiniz geleceğe dair endişeleri bugünden taşıma sorumluluğudur.  Ben hep böyle kişisel sohbetlerimde şu aforizmayı söylerim:   Mütemadiyen geçmişten bahsedenler günün sonunda istikbale dair söyleyecek sözü kalmamış olanlardır.  Sürekli geçmişten bahsetmek biraz yaşlılık da göstergesidir.  O yüzden bugün biraz gelecekten de bahsedelim istiyorum.  Sürdürülebilirlikte özü itibari ile bugünü içeren ama daha fazla geleceği içeren bir kavramdır.  Biz Escarus olarak sürdürülebilirliği üç ana kolda ele alıyoruz: Stratejik Sürdürülebilirlik, Operasyonel Sürdürülebilirlik, ve bu ikisinden derlenen tecrübe ve birikimlerin daha geniş kesimlere aktarılmasını hedefleyen, eğitim, araştırma, raporlama gibi faaliyetdir.  Stratejik ile operasyonelin farkını sorar iseniz, sürdürülebilirliği mümkün olduğunca bütün işletmelerin, daha geniş perspektifte toplumun, genetik kodlarına işleme ameliyesi, gayreti stratejik sürdürülebilirlik olarak değerlendirilebilir çünkü sadece bir şirket özelinden örnek vereyim. 

 

Bir şirkette kurulmuş bir sürdürülebilirlik biriminin veya da bir iletişim biriminin meselesi değildir.  Öyle olduğu zaman, konu içselleşmemiş demektir çünkü sürdürülebilirlik dediğim zaman işin ucu dönüp dolaşıp mutlaka paraya dayanmaktadır; finans burada olması lazım.  Eğer bir tesisten bahsediyor isek, orada yapılacak birçok iş var; strateji departmanları, üretim departmanları, kalite, bakım… Holding bünyelerinde düşünüldüğünde, organizasyonel yapılanma ile ilgili departmanlar.  Finans dünyasında düşünürsek, kredi tahsis birimleri, kredi kontrol birimleri… Yani aslında sadece birkaç kişilik grupların ya da birimlerin meselesi olmaktan çıkıp hem işletmelerde  hem de toplumun genelinde, herkesin bir duyarlılıkla ilgi göstermesi gereken, sahip çıkması gereken bir mesele.  O yüzden de, stratejik faaliyetler yürütülürken, bunu esas alıyoruz.  Operasyonel tarafta biraz daha özelleşmiş, somut, adrese teslim, bazen enerji verimliliği gibi bazen de kaynak verimliliği gibi,  duyarlı atık yönetimi gibi daha noktasal odaklanan projeler yönetiyoruz.

KK: Bunlardan hem sahada hem finans dünyasında hem işletmelerde aldığımız deneyimleri de farklı farklı sektörlerden edindiğimiz birikimleri de, bazen eğitimleri yoluyla bazen raporlar yoluyla paydaşlara iletmeye çalışıyoruz.  Ana hatlarıyla Escarus’un faaliyet alanları böyledir.

GB: Çok teşekkür ederim hocam.  Kubilay hoca aynı zamanda benim lisanstan hocamdır.  Bu yüzden hocam diye hitap ediyorum kendisine.  Kendisinden enerji ekonomisi dersi alma fırsatım olmuştu.  Peki, hocam, sizin enerji ile olan ilişkiniz nasıl başladı?  İlginiz üniversitede mi başladı yahut daha sonra mı gelişti?   

KK: Üniversitede enerji ile ilgili olarak, (biraz üniversite derslerini de bu vesile ile konuşmuş olalım)  ben Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunuyum.  Bizim okuduğumuz yıllarda şimdilerde biraz daha hafiflemiş bir program olmasına rağmen, çok ağır, temel bilim derslerine öncelik verilen bir müfredat vardı.  Biz termodinamikten statiğe, malzeme biliminden devre teorisine kadar, endüstri mühendisinin esasında meslek yaşamında çok fazla kullanmayacağı dersleri de aldık.   Ama temel mühendislik losyonun gelişmesi bağlamında, bunların her birinin elbette fark edemediğim veya edemediğimiz birçok katkıları olmuştur. 

 

Öğrencilik boyunca aslında enerji ile ilgili tek bilgim devre teorisi idi.  Kirşof denklemlerini falan öğrendik, çözdük; hiçbirini de meslek yaşamımda kullanmadım.  Ben bir süre özel sektörde çalıştım, sonra başbakanlıkta ve nihayet Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) girdiğimde, bize birim tercihi yapmamız söylendi ve ben endüstri olmam itibariyle bir sanayi dairesini istedim o zaman ve bir de bilim – teknoloji dairesini istedim.  Herkesin birinci tercihi olmadıysa bile ikinci tercihi oldu.  Beni altyapı hizmetler dairesinde enerji sektörüne verdiler.  Çok bozuldum ben, yani herkesin bir tercihi, ilk iki, üç tercihi oldu, benimkisi olmadı diye.  Bir vesileyle dönemin müsteşarına (kendisini sevgiyle anıyorum)  biraz sitem etme niyetiyle gittiğimde, güngörmüş bürokratlar vardı o zaman, halimden de anladı ve bana uzun bir tabiri caizse nutuk çekti.  Sene 2001, hiç unutmam, dedi ki: “Şimdi, sen başka daireleri istemişsin, biliyorum, fakat ben seni enerjiye veriyorum, bu işten anlamam elektrik mühendisi değilim falan diye düşünme, enerji geleceğin en çok konuşulacak sektörlerinde biri.  Burada donanımını geliştirmeni çok arzu ederim, bu yüzden bu kişisel bir tercihtir.  Şimdi bana kızıyor olabilirsin, içinden kötü şeyler söylüyor olabilirsin ama sonra çok dua edeceksin”.  Ben onu sevgiyle anıyorum çünkü dua ediyorum.  O gün bu gün 20 seneyi geçti, enerji konularıyla bazen çok derinden bazen biraz daha yüzeysel meşgul olan bir arkadaşınızım.  İyi ki öyle bir tercihte bulunmuş. 

 

Gökberk Bey hatırlarsınız, hep derslerde söylerdim: “enerji 6 harfli bir kelime, ben hep kendimi “e” de kalmış hissettim.  Ne zaman yeni alanlarda bir şeyler öğrendiğim düşünsem artık “n” ye geçtim desem, yepyeni konuların hayatımıza girdiğini gördüm ve ne kadar çok öğrenirsem hep “e” de kaldım”.  Bunu da inanın tevazu için söylemiyorum çünkü enerji gerçekten derya bir konu.  Bütünlüğü kavramak, kapsamak çok zor bir iştir.  Ama uğraşmanın asla keyiften geri bıraktırmayacağı bir başlıktır.  O yüzden de genç profesyonellere enerji sektörüne ilgi göstermelerini öneririm.  Öyle gözüküyor ki bundan sonraki 20 sene boyunca da biz enerjiyi çok konuşacağız.

GB: Evet hocam.  Bizim merkezimizdeki çalışmalarda da bazen dışarıdan insanlar görüş almak için talepte bulunuyorlar.  Onlar soru soracakları zaman, siz önden gönderin çünkü bizim onu biliyor olma ihtimalimiz çok yüksek olmayabilir, en azından bir ön çalışma yapıp o şekilde size yardımcı olabiliriz diye cevap vermek durumunda kalıyoruz çünkü iki üç ayda bile çok hızlı dönüşümler olabiliyor.  Hatırlarsanız altı ay önce COP-26’da çok güzel bir havada, her devlet hemen hemen taahhütlerde bulunuyordu.

 

GB: İklim alanında önemli adımlar atacaklarını beyan ediyorlardı. Ardından çıkan Rusya- Ukrayna krizi ile birlikte, ondan önceki doğal gaz ve elektrik fiyatlarındaki kriz özelinde dünyada bir anda değişimler yaşandı. Son yirmi yıla bakınca, yirmi yıllık deneyiminizle şu ana kadarki sürdürülebilirlik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir taraftan da Rusya- Ukrayna savaşının olayları nasıl etkileyeceği konusundaki fikirlerinizi de merak ediyorum. Herkesin söylediği şey iklim hedefleri konusunda devletlerin çok da gerçekçi adımlar atmadığı yönünde. Bu tarafta çok ciddi eleştiriler bulunuyor ve aktivistler sürekli eylem yapıyorlar. Siz yirmi yıllık perspektifle incelediğinizde olayları ne gözlemliyorsunuz?

KK: Ben bunu şöyle anlatayım. Bardağın bir dolu tarafı var, bir de boş tarafı var. Esasında meseleyi yorumladığımız hangi perspektiften baktığımıza bağlı. Güzel bir söz vardır, bilirsiniz. Manzara nazara tabidir derler. Nazar bakış, manzara ile nazar aynı köktendendir. Gördüğünüz şey sizin nasıl baktığınızla da çok ilgilidir, daha günümüz türkçesiyle söylersek. Şimdi, bir kere ben pesimist olanlardan değilim. Şundan dolayı değilim, yirmi küsür yıl önce Türkiye’de dünyada da büyük oranda öyleydi. Sürdürülebilirlik müstakil bir başlık olarak çok merkezde olan hele hele enerji politikalarının tasarlanmasında uygulanmasında dert edilen bir şey değildi. Son yirmi seneye baktığımızda hem Türkiye’de hem kürenin büyük çoğunluğunda bu konuda çok ciddi bir hassasiyet ve farkındalık oluştu. Dolayısıyla zorlayan unsurlar var.

 

Gene böyle bir anekdot olarak nakledeyim. 2001 yılıydı, Türkiye’nin teknoloji öngörüleri yapılıyordu Tübitak tarafından, enerji sektörü paneline de biz arkadaşımla birlikte uzun süre devam ettik. Benim de meslek yaşamım enerji alanında başlangıcıydı. Bütün devlet kurumları geliyordu, kritik bütün kurumlar askeriye de dahil. Nasıl bir enerji yol haritamız olmalı teknoloji açısından. O gün mesela rüzgarı, güneşi savunan akademisyenleri hatırlıyorum. İçlerinde rahmetli olanlar oldu. Çok alay konusu olmuşlardı. Yani bunlar, bu işler de böyle, yani bir renk olarak düşünebilir gibi bir genel tavır vardı. Şimdi geldiğimiz noktada güneşte 8000-9000 MW’a yaklaşıyoruz. Rüzgarda 10000 MW’ları geçtik. Hidrolikte çok ciddi bir kapasite oluştu. Bunun üretime dönüşme meselesi kadim bir tartışma başlığıdır, hep söylenir.

 

Kapasitesiyle üretim arasında doğru ilişki yoktur, doğrudur da böyledir ama yirmi yıllık performansa baktığımda çok önemli değişiklikler olduğunu görüyoruz. O gün için hayal gibi gözüken üretim maliyetleri, özellikle güneşte inanılmaz beklenmedik bir hızla düştü ve Türkiye’de bu anlamıyla büyük bir yenilenmenin ve devrim demeyeyim çok iddialı bir kelime olur ama büyük bir köşe taşının veya virajın eşiğinde öyle olduğunu görüyorum. Çok önemli düzenlemeler yapılıyor. Zaman zaman tabi ki eksiklikler oluyor. İşte yapılan düzenlemeler yatırımcıları caydıracak şeyler içerebiliyor. 20 yıllık bir erimle baktığınız zaman meseleye bir kere istikametin daha yeşil bir üretim, daha yeşil bir tüketim, daha duyarlı ve sorumlu bir yaklaşım olduğunu görüyoruz.

 

Bu bardağın dolu tarafıdır. Boş tarafı şu, dersteki anlatımlarımdan da hatırlarsınız Gökberk Bey, bu enerji işlerinde dönüşümler öyle kısa sürede olmaz. Yani insanlığın kömürü endüstriyel anlamda kullanmaya başladığı tarihi biz 1760’lar 1765’ler gibi alırsak buhar makinesinin icadıyla birlikte kömürün bir kere domine edici etkisi 2.Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. 1900’lerin başında kömürün dünya birincil enerji tüketimindeki payı hala çok düşüktür, hala o konvansiyonel yakıtlar kullanılıyordu. Neden böyledir çünkü o günkü teknoloji ve dönüşüm hızı bugünkünden daha yavaştı, imkanlar da daha azdı.

 

KK: Sonra petrol girdi hayatımıza ve petrol krizleriyle birlikte 1973 ve 1979’daki doğal gaz da yeni bir enerji kaynağı olarak güçlendi. Şimdi periyotlara baktığımızda yeni kaynakların elektrik sepeti, enerji sepeti içindeki paylarının yükselmesinin daha kısa sürelerde olduğunu görüyoruz. Ama bu kısa öyle 150-200 senelik erimlerle baktığımız zaman kısa, hala uzun. Örneğin elektrikli araçlara geçelim diyoruz. Büyük dönüşüm hamleleri gerekecek, şarj altyapıları gerekecek, elektrik yüklerinin çok akıllı sistemlerle yönetilmesi gerekecek. Bunların hepsi büyük maliyetler. Şimdi bir termik santralde hep konuşulan konudur, biliyorsunuz kömürden çıkış, kademeli ve hemen çıkış. Şöyle zorluklar var. İklim hedeflerine bağlayacağım. Şöyle zorlukları var, siz şimdi bir yatırımcısınız ve size demişler ki ‘’Gel memleketi elektriksiz bırakma, biz piyasayı serbestleştiriyoruz, gel sen de yatırım yap. Serbest piyasada oluşan fiyatlardan da istifade et, hem para kazan hem de memlekete hizmet et.’’ O da sorumluluk almış, bankalarla anlaşmaları imzalamış. Gelmiş ve santrali kurmuş.

 

Diyelim ki 2010’da bir santral kurmuş. Şimdi biz bu kişiye ‘’Hadi biz iklim politikaları uyguluyoruz, fabrikanı kapatıyoruz.’’ dediğimiz zaman 2 tane kritik nokta var. Biri, şimdi bir santral tasarlanırken fizibilitesi 30 yıllık yapılır ve minimumu budur. Hiçbir santralin de ben 30 senede ömrünün bittiğini görmedim, genellikle 70-80 sene çalışırlar. Bu yatırımcı bankalarla sözleşme imzalarken o kadar insanı istihdam ederken kömür alım anlaşmaları elektrik satım anlaşmaları yaparken aslında böyle bir vade ile hesabını yapıyor. Yoksa götürüp bankaya parasını yatırabilir, daha baş ağrısız bir seçenek. Şimdi bu kişiye biz kapatıyoruz senin santrali dediğimizde 2 tane zehirleyici etki var. Biri, bir daha bir başka yatırımcı bu tasarruftan dolayı gelip bu sefer rüzgara ya da güneşe yatırım yapar mı? Bugün termik santrale yaptı devlet yarın da güneşe yapabilir, diyebilir. Böyle bir risk var. İkincisi, zaten siz bir şey oluşturmuşsunuz, davalık olur konu. Davalık olduğu zaman da siz kalan teorik ömrü boyunca elektrik üretiminden elde edeceği geliri ödemek zorunda kalabilirsiniz. Böyle bir mali riski de var.

 

Dolayısıyla dönüşüm Türkiye için de Avrupa için de Çin için de Hindistan için de kolay değil. İklim hedefleri konuşulurken gerçekçi değil, yeterince agresif değil diye eleştiriler oluyor ve kısmen haklı ama işin bu cephesini de göz ardı etmemek lazım. Şimdi Hindistan’ı ben hep şöyle söylüyorum, kömür üretimi %70’ler mertebesinde bildiğim kadarıyla enerji arzında. 2070 diye tarih verdiler. Hindistan öyle bir ülke ki orada insanların kömür tüketmesi esasında ileri bir aşamayı temsil ediyor, bunu anlamak zorundayız. Biz tabi elektriksiz köyümüz kalmadığı için bu sefalet tablolarını unuttuk. Türkiye 1997-1998 gibi %99 oranında elektrifikasyonu bitirdi, eksiğiyle gediğiyle. Şimdi 100 milyonlarca insan var elektrik erişimi olmayan, modern enerji kaynaklarına erişimi olmayan. Şimdi onların tamamlamaları gereken merhaleler var.  Öbür taraftan Avrupa’da kapatılan santrallere bakıyoruz, teorik ömürlerini çoktan tamamlamışlar. Dolayısıyla çıkıyorum dediğiniz zaman oluşabilecek yükleri bir anlamıyla kompanse edecek imkanları var. Rusya-Ukrayna savaşı olduktan Gökberk Bey bana hep şunu söylediler: ‘’COP’ta hava çok iyiydi, bakın şimdi Avrupa Birliği taksonominin içine nükleeri de kattı Fransa’nın zorlamasıyla. Doğal gaz temiz yakıt olarak tanımlandı. Hani yeşil oluyordu?’’ Şimdi şöyle bir dünya yok, keşke bu mümkün olsa. Bugünkü şartlarda hemen yarın bunu yapsak. Bütün dünyada aynı zamanda Türkiye’de elektriği de yenilenebilir kaynaklardan üretsek, sanayide de hiç kirletici olan kömür ve doğal gaz kullanılmasa bu çok güzel olur ama bugün için bir düştür, rüyadır. Bunu bugünden yarına yapmak mümkün de değildir gerçekçi de değildir.

 

KK: Bunu söyleyenlere ben hep şunu sorarım. Lütfen kafanızı kaldırın, bulunduğunuz odaya bir göz gezdirin. Ne kadar eşya ya da nesne gözünüze çarpar? Bunun ne kadarı çelikle ilgilidir ne kadarı plastikle ilgilidir? Bu ikisini hayatımızdan çıkarabiliyorsak eğer tamam, hayatımızda kömüre ihtiyacımız yoktur. Bunları çıkarabilir miyiz? Yani kapının doğramasından, menteşesinden, kolundan tutun, televizyonun ön kaplamasına kadar çelik, plastik hayatımıza çok girmiş. Modern yaşamın konforuna çok alışmışız. Dolayısıyla ya bundan taviz vereceğiz, ancak insanların da gördükleri refahtan ve konfor standardından taviz vermesi çok zordur, bunlar olağanüstü olaylarla olur, veya bu geçişi kademeli yapacağız. Dolayısıyla ben iklim hedeflerinin bu anlamıyla öyle küçümsenebilecek hedefler olduğunu düşünmüyorum. Rusya-Ukrayna meselesinden sonra kömürlü santralleri yeniden açarız, ya da Almanya kendi arasında endüstriyi tartışıyor, tekrar kömürlü kazanlara mı geçelim, ne yapalım diye. Bu tartışmalar olur. Ben bu anlamda herkese sükûnet ve itidal tavsiye ediyorum çünkü konu enerji olduğunda meselelere üç aylık, altı aylık, bir yıllık erimlerle bakmak yanıltıcı olur, petrolde de böyledir.

 

Kabaca bir şeyimiz vardır, siz hatırlarsınız, elli doların altına düşmez, yüz doların üstüne de çıkmaz. Bu bizim başparmak kuralı bir varsayımımızdır. Tabi ki kafadan atmıyoruz bunun bir rasyosu var. Dönem dönem çıkabilir, olur. Yirmi, otuz yıllık periyotlarla baktığınız zaman o çıkmalar ya da düşüşlerin normal dağılım eğrisindeki normların dışındakiler olduğunu görürsünüz. Bu kriz hafifleyip bir müddet sonra, sulh sağlanınca fiyatları olması gereken banda doğru gerileyecek. Kömür fiyatları, doğal gaz fiyatları da gerileyecektir. Bunların geçici olduğunu unutmamak lazım. Şimdi Portekiz’de enerji yoğun endüstrilerden biri biliyorsunuz seramiktir. Yedi sekiz tane fabrika üretimi durdurdu. Avrupa’da hararetli bir şekilde tartışıyorlar, nasıl olacak diye.

 

İngiltere Merkez Bankası başkanı açıklama yaptı, dedi ki petrol fiyatları 1970’lerde o şoklar sırasında gördüğümüz fiyatlardan daha fazla olacak dedi. Doğrudur, olabilir. Ama şunu unutmayın, bu tür şoklar beraberinde yeni dengeler getirir. Yani 1973-1979 petrol krizini düşünün, ardından Uluslararası Petrol Ajansı sahneye çıkmıştır, doğal gaz bir kaynak olarak öne çıkmıştır. Fiyatlarda 1983 ile 1995 arasında, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, altı ile on iki dolar arasına hapsedilmiştir. Böyle bir alt ve üst limit konulmuştur, yeni bir denge oluşmuştur. Çok uzun süre de o denge devam etmiştir. Şimdi bu Ukrayna- Rusya savaşı biraz sakinleyince, yüzde yüz barış olmasa bile düşük yoğunluklu çatışmaya geçildiğinde fiyatlar da sakinleyecektir. Böyle altı aylık, bir senelik dalgalanmalara, tabi ki kafa yorsak ve projeksiyon yapsak bile, bunlar bizi geniş, uzun erimli akışlardan alıkoymamalı. Toparlayacak olursak, ben bu aşağı yukarı yirmi senelik pratiğe baktığımda istikametin hep daha yeşile doğru olduğunu görüyorum. Türkiye’de de dünyada da öyle. Bizim çok güçlü ticari ilişkide olduğumuz Avrupa’da herkesten daha fazla böyle. Bunun bize yansımaları olacaktır.

GB: Hemen şeyi de sormuş olayım hocam, Türkiye’yi bu konumda nereye yerleştiriyorsunuz, yani bizim politikalarımız ne durumda? O konuyla ilgili fikrinizi almış olayım, diğer konulara geçmeden.

KK: Tabi, enerji politikaları deyince Gökberk, çok geniş bir alandan söz ediyoruz. Gene hatırlarsınız benim bir mottom vardır, biraz da espriyle karışık söylerim. Enerji bir bütündür, bölünemez, derim. Çünkü enerji dediğiniz zaman içinde petrol, doğalgaz, ithal ve yerli kömür vardır ve bunlarla bitmez. Yenilenebilir kaynaklarımız da var, enerji verimliliği gibi konuların hepsini yatay kesen enerji başlığı çok önemli ve sürdürülebilirliğin de esasında kalbinde, merkezinde yer alan bir konudur. Bir de bunların hepsini yürütebilmek için olan bir finans ayağı var. Finans kuruluşları finansman sağlayacak ki yeni yatırımları olsun. Elbette tüketici tercihleri de var. Şimdi bu tüketici tercihleri evvelden karar verme mekanizmalarında, kamu politikası yapım süreçlerinde olarak tercüme edilebilir, “Public policy making process” te çok umursana şeyler değildi, artık değişti.

 

Neden değişti? İki sebepten değişti. Birinci olarak yatırımcılar çeşitlendi. Yani eskiden yatırım için para bulabildiğiniz yer, bundan otuz yıl önce, sadece bankalardı. Onlar size krediyi verirlerse siz yatırımı yapardınız, eğer kaynağınız yoksa. Şimdi bundan farklı bir yöne doğru gidiyoruz. Şirketler kendine yurt içinden ve dışından bono ihraç edebiliyor, borsaya açılabiliyorlar, yerli yatırımcılardan kaynak temin edebiliyorlar. Ve bu yatırımcılar paralarını ödünç olarak, basitleştirerek söyleyeyim, veren yatırımcılar artık biraz tercihli yaklaşımda bulunuyorlar. Birinci üzerinde durmamız gereken sürükleyici faktör budur. İkincisi de talep tarafı. O nedir? Hep şöyle anlatıyorum, markete gittiğimizde ben yirmi sene önce ihtiyacımız da azdı zaten, süt ihtiyacımız varsa alır çıkardık. Bulduğumuz en yakın süt hangisiyse onu alır çıkardık. Şimdi mesela kızımla gittiğim zaman, her bir ürünün etiketini tek tek okuyor, içindekilere bakıyor, bu üretimin üzerinde damgalar var mı, bileşiğinde şu var mı, vs. Yani hem tekstil ürünlerinde hem gıda ürünlerinde gösterdiğimiz hassasiyet, yeni jenerasyonun yüksek bilinçle gösterdiği hassasiyet, enerji kullanımı konusunda olacak. Devlet de buna göre altyapıyı hazırladı, biliyorsunuz, buna göre biraz daha ücret ödeyerek yenilenebilir enerji kullanılabilecek. Bunun piyasası oluşturuldu, TEİAŞ’ta ikili eşleşmeler yapıldı, yapılıyor. Henüz hacim çok büyük değil ama bugünkü kriz ya da şok, enerji emtialarındaki şoktan dolayı, çok konuşulacak bir konu değil. Herkes elektrik ve doğal gaz faturasını nasıl ödeyecek, onun derdine düşmüş vaziyette ama lütfen unutmayın, bunlar geçiş dönemleridir. Geçiş dönemleri bittikten sonra, istikrarlı dengeler sağlandıktan sonra bu tür opsiyonlar daha fazla konuşulur. Dolayısıyla, iki önemli sürükleyici güç var. Birincisi yatırımcılardır, yatırım kararlarında sağladıkları küçük ya da büyük kararlarla rol alabilirler. İkincisi de üretilen hizmeti ya ürünü tüketen tüketicilerdir. İki tarafta da muazzam bir bilinçlenme mevcuttur. Bunlar beraberinde kamu politikası süreçleri ile desteklendiğinde dönüşümü kendiliğinden getirecektir. Ben o yüzden şunu çok önemli görüyorum. Sürdürülebilirliğin bu şekilde bu yönüyle gündemde tutulmasını, bugün kimse hane halkında, gerçekçi olmak lazımdır ki elektrik fiyatlarının bu kadar yükseldiği bir ortamda, ben daha yeşil ama daha pahalı elektrik kullanacağım demeyebilir. Hatırlayın, bundan 15-20 yıl önce kimse daha pahalı ama organik ürün alacağım da demiyordu. Sonra ne oldu, anneler özellikle iki yaşına kadar olan çocuklarda daha yüksek standartlı beslenmeye duydukları hevesten dolayı organik pazarı büyüttüler. Enerji de böyle olma yolundadır.

GB: Teşekkürler hocam. Tabi bilinçlenme deyince aslında en önemli konulardan bir tanesinin de eğitim olduğunu görüyoruz. Yani bizim ülkemizde 2053’te sıfır karbon hedefleri var o hedeflere ulaşabilmek için aslında eğitim sistemimizde de bazı iyileştirmeler ve yenilikler yapmamız gerekiyor. Dijital dönüşümle birlikte daha fazla Teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte aslında şu ana kadarki eğitim sistemlerinde yavaş yavaş yetersiz hale gelmeye başladığını görüyoruz. Özel sektörden bize gelen duyumların çoğu üniversiteden çıkan öğrencilerin tam olarak istenilen seviyelerde olamadığı sıklıkla duyuluyor. Bu taraftan ele aldığınız zaman konuyu, sizde bir sürdürebilmek danışmanlık firmasının genel müdürü olarak, eğitim politikaları nasıl şekillendirdiğimiz gerektiği düşünüyorsunuz ve bu görüşe katılıyor musunuz, yani üniversiteden çıkan insanların yeterli seviyede olup olmadığı ile ilgili? Eğer böyle bir görüşünüz varsa da hangi seviyelerde iyileştirmeler yapılabilir?

KK: Tabi, Gökberk Bey, eğitim politikaları benim uzmanlığım olan bir alan değil. İster istemez her Türk gibi işte biraz futboldan, biraz eğitimden anlarız. O bağlamda uzman olmayan kanaatlerimi ifade edeyim. Şimdi biz de zaman zaman mülakatlar yapıyoruz. Özellikle belli bir aşamaya geldiğinde ben mülakatları katılıyorum ki gençlerin evreni, dünyayı Türkiye'yi nasıl gördüklerini anlayayım. Biz çok mu yabancılaşıyoruz, bu anlamda katılıyorum. Biz çok titiz de seçiyoruz çalışma arkadaşlarımızı, hepsi böyle ama hem bu güzel eğitimlere sahip hem de birazdan sayacağım o aradığınız kriterlere sahip arkadaşlar. Biz bir kere şuna çok önem veriyoruz, oldum demek gelişmenin önündeki en büyük engeldir. Benim yeni nesilde, belki de eğitim politikalarımız biraz Amerikan eğitim sisteminden de çok etkilendiği için, Türkiye’deki gençler özellikle oldum diyorlar.

 

Şimdi Herbert Schiller diye bir yazarın 1980'lerin sonunda tercüme edilmiş bir kitabı var, kötü bir tercüme ama, ismi Zihin Yönlendirenler. Orada bir bahseder ve der ki aslında bugünkü internet falan yoktu. Öyle bir gün gelecek ki insanların zihinleri eleğe çevrilecek. Yani öyle bir enformasyon bombardımanı olacak ki o bombardıman sonunda insanların ayırt etme yetileri felce uğrayacak der. Bir kehanet gibidir, bir öngörüdür, bugün olan budur. Kendi çocuklarımda da yaşıyorum, onlarla da zaman zaman tartışıyorum. Bir şey söylüyor genellikle, öyledir, değildir, tartışıyoruz. Bunu nerden öğrendin dediğimde Google diyor. Ben de diyorum ki Google’da öğrendiğiniz bilgilerin 100'de 95'inin çöp olduğunu unutmayın çünkü herkes bir şey yazıyor. Bu oldum demek, o yüzden yani enformasyona ulaşmak çok kolaylaştı ve çok kolaylaştığı için de üç dört tane kaynak okuduğu an olduğunu düşünmeye başladı gençler. Ben en büyük riski, Amerika’da da öyle görmüştüm yüksek lisans yaparken, bu çok sakıncalı, çok dikkat edilmesi gereken bir şeydir.

Bilgi ya da, daha doğru tabirle, enformasyon; okuyarak bir takım kaynaklara erişerek öğrenilebilir fakat elde edilen bütün bu enformasyonun anlamlı bir şekilde sentezlenmesi bir kıvama getirilmesi adeta bir döküm kalıbının içine yerleştirilmesi için kişilerin belli terbiyelerden geçmesi lazım. Bu uzmanlık müessesi olabilir; akademik, yüksek lisans, doktora gibi çalışmalar olabilir; bir kurumun içinde sürekli aynı konuyla sürekli meşgul olarak çalışmak olabilir. Bunların hepsi yetişme sürecinin aşamalarıdır. Ama hepsi üst üste konulduğunda ortaya gerçekten bir uzman çıkar. Konu ister sürdürülebilirlik olsun, ister iklim olsun, ister enerji olsun, ister tarım; hangi konuda olursa olsun acele etmemek lazım, insan zor yetişen bir şey. Biz buna nosyon diyoruz. Yani insanın enformasyon yükü, ya da diğer bir deyişle database’i, çok zengin olabilir ama onu işleyip rafine bilgiye dönüştürebilmek için belli tecrübeler gerekir. Biz Escarus’a alırken buna çok dikkat ediyoruz, aldıktan sonra da sağ olsun arkadaşlarımızın hepsi yerimizde durmamamız lazım diyorlar. İlerlemenin asgari şartı soru sormaktır, iyi cevaplardan ziyade iyi soru sorabilmektir biliyorsunuz entelektüelliğin ön şartı. Böyle bir gayret içindeyiz. Şimdi eğitim politikasına da dönersek bir kere bu kırılması gereken çok önemli bir bariyer. Ben burada bir bariyer görüyorum. Kendinden çok emin bir gençlik geliyor, bu kendine güveni çok beğeniyorum. Ama o güven anlamlı yetkinliklerle teçhiz edilmezse, takviye edilmezse bir müddet sonra bulaşıcı bir hastalık gibi hem siyasete hem sosyal hayata yayılacak bir şeydir. Hafazanallah, “oldum” dememek lazım, “olacağım” demek lazım. Enerji anlamında soruyorsanız eğer, orada da biraz önce söylediğim “Enerji bir bütündür, bölünemez” yaklaşımını merkeze alacak bir müfredat ya da yaklaşım geliştirilmesi lazım. O da şudur; bizde hep vardır, kamu sektöründen arkadaşlar da görüyorum dinleyicilerin arasında, benden çok yetkin değerli dinleyiciler var.

 

Şimdi, bir kişi eğer elektrik iletimiyle meşgulse onu çok muazzam bilebilir, orada derinleşebilir ama o, zincirin sadece bir parçasıdır. Biraz önce söylediğim gibi bunun kaynak tarafı var, kömürdür, doğalgazdır; onların çıkarılması var, işlenmesi, taşınması, santrallerde ya da rafinerilerde dönüştürülmesi, ardından nakli, iletilmesi… Bütün bunların hepsi büyük bir sistemin ara aşamalarıdır. Ve tabi işin finans tarafı, son yıllarda bir de işin çevre ve sosyal boyutları var. Şimdi öyle bir şey olmalı ki belli alanlarda elbette uzmanlık çok önemlidir ama her birinden de birazcık bakış açısına sahip olmak lazım. Ben çok iyi iletim hattı bilirim, yüksek gerilim benden sorulur diyebilirsiniz, bu inanılmaz değerli bir şeydir. Ama sadece orada kalırsanız o işte bütün resmi, biraz önce söylediğim gibi nazar-manzara ilişkisi, o dar bir nazardır, manzarayı iyi görmeye engel olur. Bence bir felsefi bir diskur gibi oldu, sıktığımın farkındayım. Bir iskelet oluşturulacaksa bu omurganın üzerine kurmak lazım. Naçizane benim söyleyeceklerim bu şekilde.

GB: Hocam bizim de aslında yapmaya çalıştığımız işler bunlarla çok ilintili, stajyer arkadaşlarımızla yaptığımız çalışmalarda çok farklı alanlardan akademik makaleleri de okuyoruz çünkü konuşmanızın başında bahsettiğiniz gibi “Enerji”de “E”yi anladıktan sonra bile bilmediğimiz o kadar çok şey oluyor ki tam anladığımız anda bir yeni teknolojik gelişme oluyor ve bildiğimiz her şey tamamen geçersiz hale gelebiliyor. Ben sanırım yanlış hatırlamıyorsam Bill Gates’in bir konuşmasında duymuştum; sürekli okuma yapıyor ve bir süreden sonra zihninde filtreler oluşmaya başlıyor ve neyin, hangi bilginin doğru şekilde kullanılabileceğini, hangi bilginin yararlı ve yararsız olabileceğini zihnen anlamaya başlıyor ve bu zamanla oluşabilen bir şey. Çok fazla okuyup çok fazla okuyup çok fazla araştırma yapınca olayların içinde yer aldığımızda, işin farklı tarafları ve farklı boyutlarıyla ele aldığımızda o aşamaya gelebileceğimizden bahsediyor. Şimdi enerji sektörü çok hakkında finanstan bahsettiniz, çevreden bahsettiniz, sosyo-ekonomik olaylardan bahsettiniz; bunlarla ilgili politika geliştirmek isteyen bir grubun mutlaka her türlü kavraman en azından haberdar olması gerekiyor, oradaki son gelişmeleri takip ediyor olması gerekiyor, yani çok geniş bir alandan bahsediyoruz. Sizin uzun bir kariyeriniz var ve şu ana kadar farklı alanlardan konuları ele aldınız. Günlük hayatınızda işler nasıl oluyor, nelere dikkat ediyorsunuz, neleri takip ediyorsunuz? Biraz buradan devam edelim, yani bilgi aktarımı olması açısından genç arkadaşlarımıza da çok faydalı olacağına inanıyorum.

KK:  Gökberk Bey, sizi önce protesto edeyim ondan sonra sorunuza cevap vereyim. Öyle uzun kariyer falan dediğinizde zımnen yaşlı diyorsunuz, teşekkür ederim ama, gene de öylesi de güzel. Yaşlanmak da güzel olduğu zaman anlamlıdır, hayata değer katar. Şimdi bir kere biraz önceki eğitim politikası ile ilgili sorunuzla da çok bağlantılı; multidisipliner olmaya çok önem veriyorum ben. Kişisel olarak da şirketimiz olarak da genel olarak temas ettiğimiz paydaşlar itibari ile de. Şimdi çok duymuşumdur, siz de duymuşusunuzdur: “Ben sosyal bilimciyim, istatistiki analiz mi yapacağım?” Öyle bir dünya yok, istatistik sadece fen bilimlerinden olanların, mühendislerin meşgul olması gereken bir şey değildir. Anlamlı okumak istiyorsanız, politika tasarımlarını anlamlı yapmak istiyorsanız, etki analizini bileceksiniz, birazcık hiç olmazsa basit analiz yapacak kadar finanstan anlayacaksınız, istatistikten anlayacaksınız. Branşınız ne olursa olsun, bu da beraberinde multidisipliner olmayı getiriyor. Konu mesela enerji olduğunda, Rusya-Ukrayna Savaşı bir kez daha hatırlattı bize, diplomasi, uluslararası ilişkiler boyutunu, ekonomik savaşlar boyutunu dikkate almadan bir analiz yapamazsınız. Yaparsınız, işte bütün petrol tahminleri yanılır. Yani ne kadar çok disiplinden arkadaşlarla çalışırsanız, beslenme kaynaklarınız ne kadar geniş olursa doğruya o kadar çok yaklaşırsınız. Şimdi sürdürülebilirlik, biraz önce birazcık konuştuk, çok geniş bir başlık. Sürdürülebilirlik dediğimizde döngüsel ekonomi işin içine giriyor, güçlü atık yönetimi işin içine giriyor. Elbette, bu sürdürülebilirliğin finansmanı anlamında sürdürülebilir finans seçenekleri, yeşil finans işin içine giriyor.

KK: Mesela, konu enerji olduğunda Rusya ve Ukrayna savaşının bize hatırlattığı gibi, diplomasi, uluslararası ilişkiler ve ekonomik savaşlar boyutunu dikkate almadan bir analiz yapamazsınız. Yapsanız bile, bütün petrol tahminleri yanılır. Yani ne kadar disiplinden arkadaşlarla çalışırsanız, beslenme kaynağınız ne kadar geniş olursa, doğruya o kadar yaklaşırsınız. Şimdi, sürdürülebilirlik, biraz önce biraz konuştuğumuz gibi, çok geniş bir başlık. Sürdürülebilirlik dediğinizde döngüsel ekonomi işin içine giriyor güçlü atık yönetimi işin içine giriyor. Elbette, sürdürülebilirliğin finansmanı anlamında, sürdürülebilir finans seçenekleri ve yeşil finans işin içine giriyor. Peki bunlarla kalıyor mu? Hayır. Kaynakların etkin yönetilmesi anlamında enerji verimliliği su verimliliği, malzeme verimliliği, tedarik zincirinin optimizasyonundan bir kısmı sürdürülebilirliğin tamamen altına giriyor, bir kısmı kesişiyor. Bunlarla sınırlı kalmıyor, dış etkilere maruz kalınıyor. Mesela Avrupa Yeşil mutabakatı diye bir şey gündemimizde. Bir senedir çok konuşuyoruz. Biz ona yeşil sözleşme diyoruz.  Avrupa önemli bir dönüşüm taahhüdünde bulundu ve bununla birlikte bir külliyat oluşmuş vaziyette. O külliyata baktığımızda konu bu anlattığım teknik meseleler değil, arka arkaya ülkeler ‘Duty of Care’ yani ‘Özen Sorumluluğuna’ yönelik yasalar çıkarıyorlar. Diyelim ki, herhangi bir enerji şirketi, herhangi bir yerde, petrol çıkarırken ya da gaz araması yaparken veya bunları naklederken o yöreye tamiri mümkün olmayan zararlar veriyorsa, bunların hesabını ödemek zorundadır. Biliyorsunuzdur. Ben şirket ismi vermeyeyim fakat davalar açılıyor. Dolayısıyla, sürdürülebilirlik dediğimiz zaman bu işin bir de sosyal boyutu var. Yani, çocuk işçi çalıştırmayacaksınız, eğer bir yeniden yerleşim söz konusu ile bu yeniden yerleşmeye tabi tuttuğunuz insanların haklarını, hukukunu muhafaza edeceksiniz. Sürdürülebilirliğin bir de böyle cepheleri var. Ve elbetteki çevre ile ilgili bütün boyutlar var. Yani geri kazanım, atık yönetimi, enerji emisyonlarının ya da kimyasal ya da atıksu deşarjlarının minimize edilmesi gibi aklımıza gelebilecek bütün başlıklar sürdürülebilirliğin altındadır. Şimdi bu kadar zengin, bu kadar bir çok sektörü alanı doğrudan ilgilendiren, kesen bir başlıkta, zaten her şeye yetişmek mümkün değil. O nedenle, bizde en azından bazı alanlara odaklanıp, o alanlarda derinleşelim istiyoruz  ama diğer alanları da boş bırakmayalım istiyoruz.

 

Çok şükür, bu pandemi ile birlikte, Türkiye dijital iletişime süratle bir uyum sağladı. Bundan çok memnunum. Eskiden bir konferansı dinlemek için, örneğin İstanbul şartlarında, bugün sadece konferans dinleyeceğim deseniz, en fazla iki tane dinleyebilirdiniz çünkü farklı farklı lokasyonlarda gerçekleşiyor. Şimdi hem işinizi yapabiliyorsunuz, hem aralarda bu açık bilgi kaynaklarına rahatlıkla erişebiliyorsunuz, hem de günü sekiz saate, on saate uzatabiliyorsunuz. Uzattığınız saatte aslında işe ayırdığınız zamandan bir şey kaybetmiyorsunuz. Ailenize ayırdığınız zamanda çok fazla bir şey kaybetmiyorsunuz. Bu anlamı ile bilgiye, kaynaklara erişim çok kolaylaştı. Biz olabildiğince zengin bir düzlemde her taraftan beslenmeye çalışıyoruz. Bizim öğrenme yöntemimiz bu ama örneğin  her pazartesi 3 saat koordinasyon toplantımız olur ve hem projeleri konuşuruz, hem yeni alanları konuşuruz, zaman zaman orada yeni başlıklar varsa o konuya çalışan arkadaşlar sunum yaparlar. Yani aslında, bir kişi diğer yirmi kişiden beslenmiş olur. Böylece hem çoklamaya çalışıyoruz hem de multidisipliner olmaya çalışıyoruz. Bizim yaklaşımımız böyle, Gökberk bey. Biraz uzun bir cevap oldu herhalde?

 

GB: Hocam çok faydalı oluyor bizim açımızdan. Bizim şu anda Türkiye'nin iklim hedeflerine ulaşması için nasıl bir eğitim stratejisi izlemeli konusunda bir çalışmamız var. Dolayısı ile siz değerli uzmanlardan geri dönüş almak ve fikirlerinizi dinleme şansı bulmak çok önemli. Katılımcılar aynı zamanda chat üzerinden sorularını yazabilirler. Orada bir soru gördüm hocam. Sizinle paylaşayım. (45.00) Muzaffer Başaran bey sormuş. “EÜAŞ, yıllarca Afşin Elbistan A Santraline FGD yapılmasını yatırım programına almış, Devlet Planlama Teşkilatı her seferinde bunu onaylamamıştır. Size göre DPT'nin bu kararı doğru muydu?” diye soruyor. Burada FGD ne anlama geliyor hocam?

 

KK: Flue-gas desulfurization anlamına gelir. Yani, baca gazı arıtma tesisi anlamına geliyor. Şimdi tabii Muzaffer bey benim çok önemli bir büyüğümdür. Sektöründe duayenlerinden biridir. Hafif istihza ile sorduğunu fark ediyorum.  O karar doğru idi Muzaffer Bey. O gün neyi söylediysek bugün de aynı şeyi söylüyoruz. O günkü kararda esasında sürdürülebilirliğe ilişkin bir karardı. Şimdi mecliste gittiğimiz toplantılarda, EÜAŞ, çeşitli kitlerin (Kamu iktisadi teşebbüsler) alt üst komisyonlarında zaman zaman işte, yanlış bilgilendirilmelerden dolayı milletvekillerinin “Siz çevre düşmanı mısınız?” gibi sorularına maruz kaldık. O günkü şartlarda Afşin Elbistan A Santrali ya kapatılmalı idi, veya uçtan uca rehabilite edildikten ve elektro filtreleri iyileştirildikten sonra baca gazı arıtma sistemleri kurulmalıydı. Bakın sürdürülebilirlik dediğimizde bir şeyi netleştirmek lazım. Şimdi biz yenilenebilir enerjiye çok temiz enerji diyoruz. Değil mi? Ama öyle hidroelektrik santral projeleri var ki, bölgedeki fauna ve florayı yerle bir ediyor. Ülkenin bazı kesimlerinde yapılan, özellikle mini hidroelektrik santrallerde yapılan nasıl doğa tahribatları olduğunu hep beraber izledik. Yani bir şeyin yeşil olması, tek başına sürdürülebilir olmasını gerektirmez.

 

Konuşmanın başında vurguladığımız gibi, üç boyut vardır. Çevresel, sosyal ve ekonomik boyutu dikkate almamız gerekiyor. Siz 15-20 senelik bir Santral işletme şartları itibarıyla 30 yıllık yıpranmışlığı olan o dereceye gelmiş bir santrale performans garantisi verilmeden yüz milyonlarca dolarlık bir baca gazı tesisi yaparsanız, hem santrali uyumlu çalıştıramazsınız hem de o kadar parayı çöpe atmış olursunuz. Biz o günde aynı şeyi söylüyorduk. Ben hala bugün de aynı şeyi söylüyorum. Önce santraller optimal yanma verimlerinde işleyebilecek düzeye getirilmelidir. Ondan sonra ona uygun baca gazları tesisleri takılmalıdır. Eğer getirilemiyorsa ve o sırada oluşacak emisyonlardan bölge halkı zarar görmesin deniliyor ise, üretim askıya alınabilir. Fakat bu kararın bir siyasi maliyeti olurdu. Politika yapıcılar da o siyasi maliyete katlanmak istemediler. Çünkü orada çalışan yüzlerde işçi var ve orada bir sosyal durum var. Konunun böyle girmek istemediğim politik boyutları da var. Muzaffer Bey çokta iyi bilir bu konuları. İroni ile sorduğunun farkındayım. Kendisine de burdan selamlarımı gönderiyorum.

 

GB: Çok teşekkürler hocam. Yiğit Afşar Beyin bir sorusu var. ‘Hidrojen iletimi, depolama ve doğalgaza karıştırma süreçleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz ?’ diye sormuş. Siz bu yeni teknolojilerden bahsederken, ben de sormuş olayım: Nükleer enerjide çok ciddi yatırımlar var örneğin onları daha güvenli hale getirme, küçük reaktörlerle nükleer enerji santralleri oluşturma gibi. İkisini beraber cevaplayabilir misiniz?

 

KK: Tabii ki. Burada, dinleyicilerin arasında nükleer mühendisler var. Onların yanında belki benim söz söylemem haddimi aşmak olur. Fakat hidrojen ve nükleer ile ilgili şunu söyleyebilirim. Önce hidrojenden başlayayım. Nejat Veziroğlu 2000'lerin başında Türkiye’ye gelip hidrojeni anlattığında, o günkü enerji profesyonelleri çok heyecanlanmışlardı. Fakat bazen teknolojilerin biraz önce söylediğim ve kömür örneğini anlattığım gibi, difüze olması için şartların olgunlaşması gerekiyor. O 20 senede şartlar olgunlaşmadı çünkü teknolojiler, konvansiyonel teknolojiler ile rekabet edebilecek maliyet olgunluğuna erşemediler. Şimdi bu yeşil sözleşme ile birlikte, hem karbon fiyatlaması, yani sınırda karbon düzenlenmesi ve emisyon ticaret sisteminde yükselen karbon fiyatları, (50.00) hem de bu anlamdaki açık yönelim, hidrojeni önemli bir teknoloji seçeneği haline getirdi. Ancak hala 2 tane sorunumuz var. Hidrojeni üretmek için kullanacağımız teknolojinin niteliği. Eğer aynı miktarda emisyona sebep olacaksak kömürden çıkıp doğal gaza, doğal gazdan çıkıp hidrojene geçmenin bir manası yok. Dolayısıyla hidrojen seçenekleri arasında, yeşil perspektif ile söylüyorum, yeşil hidrojen olması lazım. O da diğerlerine göre daha pahalı bir seçenek. Şimdi belki siz duymuşsunuzdur: Ben geçen hafta bir Fransız yetkiliden duydum. Ben de nükleer sorusunu sordum hidrojenle ilgili. Pink hidrojen diyor. Yani, nükleer elektrik kullanılarak üretilmiş hidrojene de pembe hidrojen deniliyormuş. Ben de bunu yeni duydum. Yeşilini, mavisini, grisini biliyorduk bir de pembesi çıktı. Biraz daha tarışılır fakat  modüler nükleer santrallere ya da nükleer ünitelere geldiğimizde,  büyük, merkezi, yerleşik 5000 mw’lık atık yönetiminin çok daha zor olduğu santrallerden ziyade modüler santrallerin yaygınlık kazanacağını düşünüyorum çünkü yeni trend biraz daha dinamik yerleşimleri gerektirebilecek bir şey. Talep tarafı yönetimi falan da yapılacaksa, öyle eğilimlerin daha çok tartışılacağını ön görüyorum, o zaman modüler santraller, modüler nükleer reaktörler ve üniteler daha rahat kabul edilebilir seçenekler haline geleceklerdir. Benim tahminim o yönde.

 

 

GB: Ben çok kısa hemen bir bağlamak adına yeşil enerji sayılması da Avrupa bBrliği tarafından tasarıda yer aldı, o konu ile ilgili de bir soru var Fatma Hanım sormuş.

 

KK: Yani iklim şurasında da çok tartışıldı. Hem şuraya gitmeden önceki komisyonlar da hem şura esnasındaki sera gazı azaltım, enerji ulaştırma ve sanayi komisyonu vardı. Orada çok tartışıldı. Bu bir taksonomide tanımlanma meselesi. Dürüstçe söylemek gerekirse çevreci gruplarda, sürdürülebilirliğe gönülden inanmış kesimlerde biraz hayal kırıklığı oldu. Şimdi eğer emisyon noktayı nazarından bakarsanız nükleer temiz bir seçenektir fakat temizlik sadece emisyon meselesi değildir. Aynı zamanda olası başka risklerin de minimize edilmesi meselesidir. Nükleerde de biliyorsunuz atık yönetimi çok önemli bir başlık ve önemli birsorundur yer yer. Dolayısıyla çevreci grupların önemli bir kısmı nükleeri pek temiz bir seçenek saymıyor. Onun girmesi zaten bir reaksiyon oluşturdu. Doğal gazın da yeşil bir seçenek olarak tanımlanması şöyle bir itirazla karşılaştı. Günün sonunda siz kömür yerine doğal gaz kullandığınızda elektrik üretiminde ya da herhangi bir yakma sürecinde bir kazanda bu emisyonu yarıya indiriyor ama sıfırlamıyor yani %100 temiz değil. Burada kademeli geçiş mi radikal dönüşüm mü perspektifleri çarpışıyor. Doğal gaz öyle gözüküyor ki geçiş yakıtı olunca dolayısıyla ben onun o şekilde alınmasında bir mahsur görmüyorum ve daha gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Mamafih şöyle bir boyutu da var işin, bankalar arka arkaya açıklama yaptılar. Şimdi siz taksonomiye neyi alırsanız alın, isim vermeyeyim şimdi bazı uluslararası kalkınma finansmanı kurumları taksonomi böyle olmakla birlikte biz fosil yakıt finansmanı yapmama konusundaki pozisyonumuzu koruyoruz dediler. Aslında tek bir Avrupa yok, tek bir Amerika yok, tek bir finans dünyası da yok. Dolayısıyla biraz hayal kırıklığı yarattı ama en azından finans kesimi açısından söyleyeyim bundan 3 ya da 6 ay öncesine göre tutumda olumsuz yönde bir değişiklik görmüyorum.

 

GB: Teşekkürler hocam. Bu atık konusunda da bazı gelişmeler yaşanıyormuş, ben onu takip ediyorum bir taraftan. Sanki atığı da yeniden yakıt olarak kullanma yönünde bazı teknolojik gelişmeler var. Nükleerdeki yatırımlar bana çok ilgi çekici geliyor. Şu anda kabul ettiğimiz bütün sorunlara çözüm olabilecek bir teknoloji olursa, yenilenebilir enerji kaynaklarına da ekstradan bir alternatif olabilir. Hatta onun yer alması da belki yenilenebilir enerji yatırımlarının arge çalışmalarını hızlandırır ve çok daha verimli teknolojilere daha kısa zamanda belki ulaşmamızı sağlayabilir. Rekabet pozitif bir etki yaratabilir diye de bir umut içerisindeyim ama zaman içinde göreceğiz.

 

 

KK: Mesele Gökberk Bey, bir maliyet meselesidir birinci başlık, iki difüzyon meselesidir. Bazen maliyeti ucuz bile olsa bu endüstriler çok büyük endüstrilerdir özellikle petrol endüstrisi. Çok milyar dolarlık yatırımlar var onlar kendilerini amorte etmeden yeni teknolojilerin difüze olması da her zaman kolay olmayabilir. Dikenli ve sancılı bir yoldur o. Bir de İlker Bey yeşil sözleşme ile ilgili bir şey sormuş. İzin verirseniz kalan az sürede ona da cevap vereyim. Şimdi Türkiye’de üreticiler yeşil sözleşmenin getireceği olası yüklere ne kadar hazırlıklılar, bu konuda ne kadar bilinçliler çok güzel bir soru. Kendisine teşekkür ediyorum. Biz DEİK’e bir çalışma yaptık, geçen sene Mart ayı gibi de bir anket çalışması uyguladık onların üzerinden. O günkü cevaplarda durum çok vahimdi, yani hiç konuyla biz aşinalığı olmadığını fark ettik özellikle de kobilerin. Fakat o günden bugüne çok hızlı bir enformasyon bombardımanı var. İşte sanayi odaları, ticaret odaları, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası örgütleri bu konuya çok sahip çıktı. Devlet bir yeşil mutabakat eylem planı açıkladı, eksiğiyle fazlasıyla çok önemli bir adımdı. Kamu kurumlarında önemli bir konuya doğru yönelim var. Dolayısıyla da bu kadar çok bilgilenme ile birlikte bir sene önceye göre ben bizim üreticilerimizin en azından mental olarak daha hazırlıklı olduğunu düşünüyorum. Fakat buradaki en büyük açmaz ne zaman bir sanayici ile konuşsak konuyu sadece sınırda karbon düzenlemesi bağlamında ele alması. Halbuki orada bir külliyat var, sekiz tane başlık var. Bunların her biri o ihracatçılarımızın hayatını etkileyecek. Konu sadece emisyonlardan, serbest tahsisat dışı karbon salımlarına getirilecek şeylerden ceza diyelim biz ona maliyetlerden ibaret değil. Bir sürü boyutu var. Ürün ayak izleri, tarım faaliyetleri, ulaştırma hepsi bizim hayatımıza dokunacak. Biraz oraya indirgenmiş vaziyette ondan bizarız. Ama onun da vakti var, zaman içinde bence oluşacak hem risklerin ilave maliyetleri hem de açılacak kapıların ve fırsatların daha fazla farkında olan bir iş dünyası göreceğimizi tahmin ediyorum.

 

GB: Hocam son bir sorunuz var. Dilerseniz onu son soru olarak kabul edelim. Selma Hanım’ın sorusu. Hukuktaki yarışan haklar müessesini dikkate aldığımızda yeşil mutabakat uyum mevzuatı yaptırımlarında yeşil ve sürdürülebilirlik gereklerinden hangisinin baskın hak sayılacağını düşünüyorsunuz diye sormuş.

 

KK: Çok teşekkür ederim sevgili Selma Hanım’a. Bir şey yeşil olabilir ama onun ekonomik boyutunu iyi hesaplamadığınızda sürdürülebilir olmayabilir. Neden? Biraz önce örneğini verdim. Hidroelektrik santraller teorik olarak yeşildir çünkü emisyonu yoktur. Ama mesela iyi hesap kitap yapmadığınızda kapatmak zorunda kalabilirsiniz. Bunun örnekleri var Türkiye’de. Su gelirleri iyi hesap edilmediği için, havza analizi iyi yapılmadığı için, öngörülenin çok çok altında üretim yapan tesisler oldu. Şimdi bu tür tesislerin sahipleri kredilerini ödeyemez duruma düşerlerse bir müddet sonra bunu elden çıkarmak zorunda kalabilirler ya da üretimi durdurmak zorunda kalabilirler. Halbuki sürdürülebilirliği salt ekolojik yaklaşımdan ayıran en önemli faktör olabildiğince yeşil ama aynı zamanda hayatını idame ettiren projeler, yaklaşımlar, işletmeler, tesisler. Sürdürülebilirlik böyle bir şey. Demir çelik ve plastik örneğini onun için verdim. Bunlar hayatımızda olacak. Bunlar hayatımızdan çıksın demeyeceğiz ama bunların üretim süreçlerinde ve tüketim aşamalarında olabildiğince yeşil kılalım diyeceğiz. Biz o yüzden sürdürülebilirliğin uzun vadede yeşili de kapsayan daha geniş şemsiye bir kavram olarak öne çıkacağını düşünenlerdeniz. Tabi ki kimse bu konuda yanılmaz değildir. Ömrümüz olursa önümüzdeki 20 sene sonra muhasebeyi yaparken bugünkü tahminlerimizin doğru olup olmadığını hep beraber değerlendiririz.

 

GB: Kubilay hocam çok teşekkür ederiz değerli katılımınız için. Çok keyifli bir sohbet oldu. Biz de çok şey öğrendik. Bir saat diye sözleşmiştik, tam da bir saat oldu. Değerli misafirlerimize de katılımları için çok teşekkür ederiz. Etkinliklerimiz önümüzdeki günlerde devam edecek. İşimizi daha iyi yapabilmemizi sağlayacak geri dönüşleriniz varsa her zaman ulaşabilirsiniz sosyal medya hesaplarımızdan, mail adresimizden. Değerli vaktiniz için çok teşekkür ederiz, herkese iyi akşamlar dileriz.

bottom of page