top of page

Enerji Söyleşileri 2 - Alkım Bağ Güllü

EPAM vek copy.png

Enerji Söyleşileri serimiz ile enerji sektörünün farklı alanlarında faaliyet gösteren uzmanların tecrübelerini bir araya getirmeyi amaçlıyoruz.

 

İkinci bölümümüzde konuğumuz SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Alkım Bağ Güllü oldu. Alkım Hanım ile SHURA'da yaptıkları son faaliyetleri, günlük çalışmasında uyguladığı yöntemleri ve gelecekte enerji ve iklim alanında çalışma yapabilmek için gereken yetenekleri konuştuk.

Transkript

Gökberk Bilgin: Değerli misafirlerimiz, Enerji Söyleşileri’nin yeni bir bölümüne hoş geldiniz. Bu bölümümüzde SHURA Enerji Dönüşüm Merkezi’nin direktörü Sayın Alkım Bağ Güllü olacak. Alkım hanım hoş geldiniz.

Alkım Bağ Güllü: Hoş bulduk. Çok teşekkürler Gökberk Bey.

GB: Sizinle bu etkinlikten önce konuştuk ama kısa bir tekrar açısından söyleyeyim. Bu etkinlik serisinde sizi tanımak, sizin tecrübelerinizi anlamak ve öğrenmek için gerçekleştirdiğimiz bir etkinlik serisi oluyor. Dolayısıyla yapılan işleri elbette konuşacağız ama bir taraftan da sizlerin hayat deneyimlerini öğrenip bu alanda kariyer geliştirmek isteyen insanlara da fikir vermesi ve bu sayede daha iyi bir enerji sistemine sahip olan bir dünyada yaşamaya ufak da olsa katkı sağlamak istiyoruz. Dolayısıyla, değerli vaktinizi ayırıp bize katılmayı kabul ettiğiniz için teşekkür etmek istiyorum. Bu etkinlik serisinde ilk sorularımız daha çok şuradan başlıyor; enerji sektöründeki deneyiminiz nasıl başladı? Bu sektöre nasıl girdiniz? Tesadüfi etkenlerle mi oldu yoksa üniversitedeyken karar vermiş miydiniz? Bu konuda biraz görüşlerinizi alabilir miyiz?

ABG: Tabii. Davetiniz için çok teşekkürler öncelikle. Benim için gerçekten bir keyif burada olmak. Enerji sektörüne ilgim benim üniversitede başladı, ama genel trendlerin aksine ben sosyal bilimler mezunuyum. ODTÜ Uluslararası İlişkiler mezunuyum. Orada ilk iki seneden sonra biz kendi ilgi alanlarımıza göre belli coğrafyalara işte belli konulara odaklanabiliyoruz, seçim yapabiliyoruz. Benim ilgimi enerji politikaları, enerji ülkelerinin politikaları, bunların arasındaki ilişki ve enerji ile ulusal güvenlik arasındaki ilişki çekti. O dönem işte petrol savaşları, hazar bölgesindeki doğal gaz kaynakları, buradaki ülkeler arasındaki ilişkiler vesaire enerji kaynaklarının aslında pek çok konuda yani işin derin boyutunu bilmediğiniz sürece dışarıdan farklı nedenlerle yapılmış gibi görünen müdahalelerin arkasında daha çok enerji kaynakları ile enerjiyle ilgili pazarlara hakimiyet ile ilgili aslında bir takım dinamikler olduğunu görünce gerçekten benim ilgimi çekti. Yani ben son iki yılda bununla ilgili derslere odaklandım. Orada başladığını söyleyebilirim. Yüksek lisansımı da TEV Bursu ile İngiltere’de yaptım ve benzer bir konuda yüksek lisans tezimi yazdım. Daha sonra sektörün içine girdikçe yenilenebilir enerji sektörünün içinde çalıştım. Enerjinin farklı boyutlarını işte finansman boyutunu, teknik boyutunu, piyasa boyutunu öğrenme imkanı da doğdu. Ama ilk ilgim üniversitede başladı diyebilirim.

GB: Yenilenebilir enerji aslında son yirmi yılda önem kazanmaya başladı. Ondan önce de önemliydi ama göz önüne çıkması son yirmi yılda oldu. Siz peki eğitim alırken de yenilenebilir enerji alanında mı yoğunlaşmayı düşünüyordunuz? Yoksa sektörün içine girip deneyim kazandıkça aslında bu taraftaki yatırımların öneminin farkına vararak da bir dönüşüm oldu mu? Bu konudaki görüşlerinizi almak isterim. Ayrıca sosyal bilimlerde bizim de Merkezimizde çalışan çok fazla arkadaşımız var. Siz mevzuattan, finansal tarafından ve farklı teknik konularından bahsettiniz. Geçiş süreci nasıl oldu? Adaptasyon konusunda zorlandınız mı?

ABG: Şöyle, aslında çok planlı olmadı. Daha çok yine ben enerji politikalarıyla ilgili bir merkezde çalışmak gibi bir şey vardı. Ama Türkiye’de biliyorsunuz her beş yılda  bir ekonomik kriz olduğu için, benim mezun olduğum sene de böyle bir döneme denk gelmişti ve ilk beş sene enerji sektöründe çalışmadım. Mezun olduktan sonra farklı sektörlerde çalıştım. Ama hep aklımda vardı. Sonra enerji enerji diye bakınırken biraz tesadüf eseri yenilenebilir enerji alanına geçtim ve geçtiğim anda da tam Türkiye’de de yani yenilenebilir enerji sektörünün şahlandığı dönem diyelim, yani yatırımların hızlandığı bir döneme denk geldiği için şanslıyım. Çok fazla şey öğrenme imkânı buldum. Adaptasyon zordu.  Çünkü üniversite eğitimi size, özellikle ben bu işin politikasına meraklı olduğum için tabi sektöre o kadar hazır şekilde başlamıyorsunuz. Burada ilginiz, çalışma azminiz biraz belirleyici oluyor ve işin içerisinde öğreniyorsunuz. Ben de aslında ufak bir şirkette çalışmaya başladım. Ama daha sonra çok hızlı bir şekilde büyüyen bir şirketti. Çekirdekten yetiştim. Yani o alandaki her konuda çalıştığımı söyleyebilirim. İş geliştirme, proje finansmanı, varlık yönetimi, proje yönetimi, idari yönetimler, daha sonra strateji geliştirmeye kaydı. Tabi o farklı alanları yani işin hem teknik tarafını hem finansman tarafını hem de bunlarla bağlantılı mevzuatı, enerji politikalarını ve yenilenebilir enerji politikalarını inceledik. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu analiz eden ve öneriler veren bir ekibimiz de vardı. Benim için son derece eğitici oldu.

GB: Kariyerde ilerlerken şu an ikilemde olan konulardan bir tanesi de acaba bir şirkete girip orada yükselmek mi, yoksa farklı şirketlerde farklı deneyimler kazanım ortaya bir havuz bilgi çıkartarak mı ilerlemek daha doğru. Bu tartışılan bir konu oluyor. Sizin hem kamu tecrübeniz var hem yurtdışı tecrübeniz var. Türkiye’de önemli enerji şirketlerinde yer aldınız. Şimdi de enerjide dönüşüm konusuna yön veren önemli düşünce kuruluşlarından bir tanesinde direktörlük yapıyorsunuz. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Doygunluk noktasına ulaştığınızda farklı bir alana hızlıca geçiş yapmalı mıyız, yoksa kişiye özel durumlarda mı daha çok belli oluyor bu? Tekrar seçecek olsaydınız kariyerinizi, yine aynı şekilde farklı yollardan mı giderdiniz, yoksa tek bir yere mi kanalize olmayı tercih ederdiniz?

ABG: Ben bunun aslında tek bir doğru cevabı olduğunu düşünmüyorum. Kişilerin çalıştığı kurumlar ve orada karşılaştıkları tecrübeler önemli. Benim açından önemli olan şey her zaman bir şeyler öğrenebildiğim yerlerde kalmayı tercih ettim. Genelde uzun süreler çalıştım. Çok yer değiştiren birisi değilim. Son şirketimde on dört sene çalıştım. Neden o kadar uzun süre kaldın derseniz, inisiyatif almama izin veriliyordu, ilgi duyduğum alanlara odaklanmama, öğrenmeme izin veriliyordu. Dolayasıyla kendimi geliştirebildiğim, yeni şeyler öğrenebildiğim ölçüde kalmayı tercih ettim. Bunu tavsiye ediyorum. Çünkü belli bir işte doyum noktasına ulaştığınızda belli bir konfor alanı oluyor. Daha rahat hareket edebiliyorsunuz. Hem insanları tanıyorsunuz hem yakın şekilde çalıştığınız kişileri yıllardır tanıyorsunuz. Hem konulara hâkimsiniz. Ama kendinizi geliştirmek istiyorsanız da konfor alanından çıkmak gerekiyor. Öyle bir de tehlikesi oluyor. Yani sürekli aynı işi yapmanın veya sürekli aynı yerde kalmanın öyle bir tehlikesi olabiliyor. Ama dediğim gibi bu kişiden kişiye ya da çalışılan kurumdan kuruma değişen bir şey olduğunu düşünüyorum.

GB: Teşekkürler. Peki kariyerinizin bu aşamasında SHURA Enerji dönüşüm merkezinin dinamikleri, Merkez için gelecek planları neler? Merkeze neyi katmış olmak istersiniz kariyerinizin bu aşamasını bitirdiğinizde?

ABG: SHURA Enerji Dönüşüm Merkezi, aslında yakın zamanda kurulmuş bir organizasyon. 2017 yılının sonunda kurulmuş bir organizasyon. Enerji sektörünün karbonsuzlaşması için veri bazlı analizler sunmak üzere kurulmuş ve çok kısa sürede ismini duyurmuş ve sektör paydaşları tarafından da kabul edilmiş bir organizsayon baktığınız zamanda.

 

ABG: Raporlarımız yakın bir şekilde takip ediliyor. Her şeyden önce bu ilk hedefim. Bu arada ben başlayalı 6 ay oldu. Benden önce sayın Değer Saygın vardı, çok güzel bir başlangıç yapmış zaten. O başarıyı sürdürmek ilk hedefim, öyle söyleyeyim, yani bu güzel imajı sürdürmek öncelikli olarak hedefim. Bunun dışında Türkiye’de de geçen sene biliyorsunuz iki tane önemli gelişme oldu. Yani Türkiye Paris Anlaşması’nı onayladı, arkasından da 2053 için bir karbon hedefi açıkladı. Dolayısıyla enerji dönüşümü ya da enerji sektörünün karbonsuzlaşması artık Türkiye’nin önemli konularından biri haline geldi. Eskiye göre herkes artık bu konuları konuşur hale geldi. Küresel olarak da öyle, Avrupa tarafı zaten öyleydi. Türkiye’de de artık iklim politikaları ile enerji politikalarının birleştiği bir ortama girmiş oldu. Dolayısıyla bu dinamik gelişmeler ışığında bizim öncelikli olarak hedefimiz, Türkiye’nin önceliklerine göre çalışma konularımızı belirlemek ve mümkün olduğu kadar bunun altını veri ile doldurarak enerji sektörüne ve paydaşlarına bu konuda gerekli bilgileri sağlamak ve ulaştırabilmek.

GB: Çok teşekkürler. Peki şu anda baktığınız zaman Türkiye de öncelikli olarak atılması gereken adımın ne olduğunu düşünüyorsunuz? Günümüzde hem dijitalleşme tarafında hızlı bir dönüşüm var, hayatımıza her alanda teknoloji girmeye başladı eskisinden çok daha hızlı bir şekilde. Bir taraftan çok önemli bir savaş hemen yanı başımızda devam ediyor. Rusya-Ukrayna savaşı tarımdan enerjiye pek çok alanda önemli değişiklikler yaptı ve etkilerini artık yavaş yavaş ülkemizde de hissetmeye başladık derinden. Bir taraftan Avrupa Birliği bu savaş sebebi ile çalışmaları iyice hızlandırdı, dönüşümü olabildiğince hızlı yapmak istiyor ama aynı zamanda petrol ve doğal gaz arzının arttırılması gerektiğine dair bir bilgi de geçildi son G7 İklim Zirvesi’nde. Aslında tamamen karman çorman çok karmaşık, kompleks bir durumun içerisindeyiz. Şu aşamada Türkiye gibi hızlı gelişmekte olan bir ülkede, potansiyeli olan bir ülkede, iklimi yenilenebilir enerji kaynaklarının hemen hemen hepsini karşılayabilecek bir ülkede ilk adımı ne tarafta görüyorsunuz? İlk nereden başlamamızı uygun bulursunuz?

ABG: Enerji sektörü özelinde konuşacak olursak yenilenebilir enerjiye her zaman öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani şu şekilde belki de formüle etmek gerekiyor; zaten Türkiye’de enerji politikası genel anlamda arz güvenliği odaklı bir politika. Son dönemde fiyatlar da söylediğiniz gibi çok önemli bir hale geldi. Dünyada devam eden küresel düzeydeki enerji krizi, sizin de söylediğiniz gibi, Rusya-Ukrayna Savaşı ile başka bir boyuta taşındı baktığınız zaman. Bununla da bir taraftan arz güvenliği sorunu gündeme geldi; bir taraftan da fiyatlar artık Türkiye’de çok can yakıcı şekilde hissettirmeye başladı, Türk lirası dövize karşı değer kaybettiği için ve dövize endeksli olarak arttığı için fiyatlar. Bir taraftan böyle ikili bir sıkıntı var diyelim. Bir taraftan da bu bahsettiğimiz Paris Anlaşması’nın onaylanması, akabinde Net-Sıfır hedefinin de ilan edilmesiyle artık sürdürebilirlik veya karbonsuzlaşma ve enerji politikasının kriterlerinden biri haline geldi. Yani bu üç sorunu da aynı anda çözecek bir çözüm bulmak gerekiyor. Burada da aslında çözüm tek. Yani bu enerji krizinin aslında enerji dönüşümünü sekteye uğratacağı yönünde birtakım tartışmalar devam ediyor.  Sizin de söylediğiniz gibi Avrupa’da da bu şekilde tartışmalar var. Ama aslında hepsi için çözüm aynı. Yani baktığınız zaman, örneğin yenilenebilir enerjiden bahsedecek olursak hem arz güvenliğini sağlamak için önemli hem fiyatları aşağıya çekmek için önemli çünkü eskiden çok maliyetli kaynaklardı bunlar, biliyorsunuz, ama son dönemdeki maliyet düşüşleri ile özellikle de fosil yakıtlardaki bu artışla birlikte artık fosil yakıtlar çok daha ekonomik hale geldiler. Ve artık teşvikler yenilenebilir enerji kaynaklarına değil, fosil yakıtlara veriliyor ülkemizde de. Dolayısıyla enerji fiyatlarını ya da enerji ekonomik gelişimi sağlamak için de önemli kaynaklar. İşte bugün yaklaşık 10 GB rüzgar santraliniz, 8.5 GB kadar güneş kurulu gücümüz var. Bunun iki-üç katı olsaydı, şu an fiyatlar çok daha aşağıda olacaktı, bunu net söyleyebiliriz.  Dolayısıyla ve bir taraftan da sürdürülebilirlik kriterini zaten karşılayan kaynaklar bunlar. Türkiye’de de çok ciddi bir potansiyel olduğu için, yani geliştirilebilecek ciddi bir potansiyel olduğu için bana göre, önceliğin yenilenebilir enerjiye verilmesi gerekiyor.

 

Tabii ki yapılacak başka şeyler işte enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, farklı politikaların değerlendirilmesi vs. gerekiyor. Ama her zaman benim için bir numarada, gündemin tepesinde olması gereken konu yenilenebilir enerji. Yine bunun kadar önemli olan konulardan bir tanesi de enerji verimliliği. Yani orada da aslında yapılacak çok fazla şey var. Yine Shura’nın geçen sene yayınlamış olduğu enerji verimliliği ile ilgili bir çalışma vardı. Orada da beş ana başlık altında birçok farklı enerji verimliliği çözümü incelendi ve bu çözümlerin Türkiye’ye uygulanması ile beraber aslında baz senaryoya kıyasla %10’luk daha iyi bir duruma gelebileceğimiz ortaya çıktı. Dolayısıyla gerek yenilenebilir enerjide gerekse enerji verimliliğinde yapılması gereken oldukça fazla şey olduğunu düşünüyorum. Ama genel olarak konuşacak olursak enerji politikaları hakkında bizim hedeflerimizi çok iyi belirlememiz gerekiyor. Burada uzun vadeli plan yapabilmek önemli. Hedefleri çok sık değiştirmemek gerekiyor. Yani bunları en başta gerçekçi bir şekilde belirleyip bunlara ulaşmak için gereken aksiyon planlarını, politikaları belirlemek ve gerekirse bu politikaları değiştirmek gerekiyor. Bizde hedefler de çok sık değişiyor, en büyük sıkıntıyı aslında burada görüyorum. Şimdi güzel bir adım atıldı aslında bu Sıfır-Karbon hedefinin açıklanmasıyla. Dolayısıyla enerji politikasındaki hedeflerin de gözden geçirildiği bir dönemden geçiyoruz. Yani bakanlık bir taraftan buna yönelik bir uzun vadeli enerji politikası açıklayacak, bir taraftan Şehir ve Şehircilik İklim Bakanlığı tarafından da bir iklim kanunu, bir karbon vergisi vs. yönünde çalışmalar yapılıyor. Enerji politikasında yine yenilenebilir enerji ile ilgili, enerji verimliliği, son kullanıcı sektörlerin elektrifikasyonu, belki hidrojenle ilgili, yeni teknolojilerle ilgili hedeflerin dikkatli bir şekilde bu kapsamda belirlenmesi, uzun vadeli ve ara hedefleri de belirlemek, bunlara göre bir aksiyon planının oluşturulması önemli. Ve hızlı bir şekilde ve kararlı bir şekilde hareket etmek önemli olacak. Ön plana çıkan konular bunlar. Bir taraftan da tabi enerji sektörü yapısal bir dönüşümden de geçiyor. Yani artık fosil yakıtların ağırlıklı olduğu, merkezi, tek taraflı bir enerji sisteminden yenilenebilir kaynakların baskın olduğu; dağıtık ve tüketicinin ön planda olduğu, üreten tüketicilerin olduğu, dijital bir enerji sistemine doğru küresel olarak bir trend var ve Türkiye’de de zaten görmeye başladık bunu. Dijitalleşme çok önemli olacak. Ve bütün bu dönüşüm aynı zamanda yeni iş modellerinin ve yeni pazarların oluşması anlamına geliyor. Ve burada, bu dönüşümde hızlı davranan ülkeler avantajlı olacaklar. Yani bu pazarlardan veya yeni iş modellerinden yararlanma anlamında da dönüşümün farkına varıp bunu kabul edip belki işte yine Türkiye’nin önceliklerine göre ama biraz o geleneksel düşünce kalıplarından çıkarak bu dönüşüme ayak uydurarak hızlı bir şekilde aksiyon almak ve bütün sistemimizi bu şekilde revize etmek önemli olacak bana göre.    

 

Gökberk Bilgin: Çok teşekkürler. Tabii ilk 2053 Net Sıfır hedefimiz aslında çok uzak bir zaman da değil. Yani bundan sadece 31 yıl uzaklıktayız. Aslında yani bir bugün doğan bir kişi 31 yaşına geldiği bir zaman o dönüşümü gerçekleştirmiş olmak zorunda. Dolayısıyla buna uygun bir eğitim politikamızın da olması gerekiyor. Pazara hızlı girişten, dijitalleşmeden bahsettiğimiz, sürekli fiyatların düştüğü teknolojilerden bahsettiğimiz ama hani Türkiye’de bildiğim kadarıyla Almanya’daki Çin’deki markalarla kapışabilecek kalitede bir teknolojimiz yok. Dolayısıyla ithal alınıyor ve işte ekonomi politikamız son derece irrasyonel bir şekilde gittiği için bunun maliyeti oldukça yüksek oluyor. Hem petrol fiyatları yüksek hem bunları elde etmek yüksek, dönüşümü finanse etmek yüksek, eğitim politikamızdaki eksikliklerden dolayı bu işi sürdürebilmek ve bu hedefe ulaşabilmek için gerekli insan kaynağı konusunda da eksikliklerimiz var. Dolayısıyla hani eğitim politikası açısından ele aldığımızda bizim bu hedefe ulaşabilmemiz için ne gibi yeteneklere sahip insanları yetiştirmemiz lazım ve teknolojik anlamda ne gibi atılımlar yapmanın doğru olduğuna inanıyorsunuz? Bizim bu hedefe ulaşabileceğimiz konusunda inancınız nedir diye sorsam hani çok provokatif bir soru gibi de olabilir.

ABG: İnanıyorum, ben inanıyorum yani enerji bir enerji dönüşümü savunucusu olarak.

GB:  Aradaki engelleri nasıl atabiliriz yani onu merak ediyorum. Bununla ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?

ABG: Evet, eğitim sistemi açısından bakacak olursak eğer iki konunun önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle multidisipliner bir bakış açısı kazandırmak gerekiyor öğrencilere, hangi konuda uzmanlaşıyor olurlarsa olsunlar. Çünkü artık enerji iklim ve ekonomi politikaları birbiriyle iç içe. Yani bunları artık birbirinden ayırmak mümkün değil yani hedefleri ve politikaları belirlerken de bütüncül bir bakış açısıyla zaten bunların belirlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla sektörde çalışan insanların da yine o büyük resmi görebilen yani hem enerji sektörünün dinamiklerini ve işleyişini bilen bir taraftan, bir taraftan bunun arkasındaki finansman veya mekanizmalarını veya maliyetleri, ekonomi politikalarını bilen, iklim enerji ekonomi ilişkilerine hakim olmalarının ben önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ister sosyal bilimler olsun ister daha teknik departmanlar olsun eğitim sektöründe bu alanlarda yetişecek kişilerin mümkün olduğu kadar farklı disiplinlerin de entegre edildiği bir sitemde eğitim almalarının birincisi önemli olduğunu düşünüyorum. İkincisi de eğitim siteminin bu enerji dönüşümündeki trendleri de takip etmesi ve buna göre kendisini şekillendirmesinin de çok gerekli olduğunu düşünüyorum çünkü çok hızlı bir dönüşüm var. Yani bundan bir 15 sene önce biz yenilebilir enerjideki bu gelişimi hiç kimse tahmin edemiyordu. Teknolojik gelişmeler, maliyetlerdeki düşüşler vs. o zaman biz yenilenebilir enerjiden bahsederken son derece marjinal bir grup olarak nitelendiriliyorduk. Şimdi, şuan da tam tersi bir durum söz konusu. O yüzden küresel trendlerin takip edildiği ve yeni oluşacak iş kollarının öngörülerek eğitim sisteminin de buna göre şekillendirildiği bir eğitim sistemi olması gerekiyor. İleride arz toplayıcılar,  talep toplayıcılar, enerji yöneticileri veya danışmanları  ön plana çıkacak. Enerji hizmetleri şirketleri daha dağıtık bir şeyden bahsediyoruz, enerji sisteminden bahsediyoruz. Daha dijital sistemlerden akıllı sistemlerden bahsediyoruz. Dolayısıyla yeni açılacak iş kollarını da ön görebilen ve burada istihdam edilecek yetenekleri onlara kazandıran bir eğitim sistemi olması gerekiyor. Bence iki önemli konu bu.

 

GB: Peki teknik anlamda ele alırsak, mesela Türkiye için 2053 hedefinde şu kadar güneş şu kadar hidrojen şu kadar rüzgâr gibi bir projeksiyonumuz var mı? Yani bunun politikasının nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz bunu sormak istiyorum.  Bir de Avrupa ülkelerinden konuşmak gerekirse orada da bu hedeflere farklı şekilde gitmeyi tercih eden ülkeler var, bir tanesi Fransa nükleeri de teknolojik anlamda geliştirerek yürümek istiyor bu yolu. Bir tanesi de Almanya nükleeri tamamen çıkardı ve kendi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla devam etmek istiyor. Siz nükleer enerji konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu tarafta eğer teknolojik gelişmeler, şu anda mevcut olan tehlike ve riskleri ortadan kaldırırsa nükleer enerjiyi de bu bağlam içerisinde düşünebilir miyiz ve Türkiye için de nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Yani biz ne yaparsak o hedeflere ulaşırız? O konuda da görüşlerinizi almak isteriz.

 

ABG:  SHURA’nın Net Zero Çalışması şu an devam ediyor. Dolayısıyla 2050’de ne kadar yenilenebilir enerji olması konusunda şu noktada net bir şey söyleyemiyorum. Bu Eylül-Ekim aylarında açıklayacağımız bir veri olacak. Ama şunu söyleyebilirim. Şimdiye kadar bu karbon sıfır hedefi açıklanmadan önce yaptığımız çalışmalar bizim 2030 yılına odaklanıyordu ve burada iki tane problem vardı yenilenebilirin önünde. Eskiden bir tanesi maliyetlerdi bu bir problem olmaktan çıktı. İkinci konu da eğitim sistemi üzerine etkileri. Özellikle rüzgar gibi güneş gibi değişken üretime sahip kaynaklar eğitim sisteminde biliyorsunuz işte arz ve talep sürekli dengelenmesi gerektiği için orada birtakım kısıtlara yol açabiliyorlar. Biraz da Türkiye’de geleneksel bakış açısı o yüzden mesela güneşte ve rüzgarda belli bir oranda kalsın, o kadar da yukarı çıkarmayalım bunu çünkü bunun baz yük santralleriyle desteklenmesi gerekiyor. En son yayınladığımız rapordan biraz bahsetmek istiyorum burada. Biz artan yenilenebilir enerji entegrasyonunun Türkiye iletim sistemine olan etkisini incelediğimiz, modellediğimiz bir çalışma yaptık. Burada bir hem piyasa simülasyonu hem şebeke simülasyonu vardı. Şimdi burada şunu gördük öncelikle, Türkiye’nin iletim altyapısı son derece güçlü ve güzel bir baz sağlıyor, aslında daha fazla yenilenebilir enerji entegrasyonu için. Burada eğer biz planlanan iletim sistemi yatırımlarına devam edersek, bunları yaparsak ve buna ilave olarak da sistem esnekliğini sağlayacak birtakım çözümleri katarsak, işte batarya depolama, pompaj, hidroelektrik santralleri, talep tarafı katılımı, enterkonneksiyon sistemleri kapasitelerinin artırılması güçlendirilmesi gibi ve de esnek santrallerin sistemde tutulması, yenilenebilir enerji santrallerinin lokasyonlarının seçilirken biraz daha şebeke güvenliği dikkate alınarak seçilmesi gibi farklı mekanizmaları devreye sokarsak biz 2030 senesi için üretimin %60-%70 arasında bir oranını yenilenebilir enerjiden sağlarız. Şu anda yaklaşık ortalama diyelim %40 gibi bir oran. Bunu %70’e çıkarabiliyoruz. Güneşin ve rüzgarın payını da şu anda%13, onu da %30-%35 arasına kadar yükseltebiliyoruz 7 sene sonraya baktığımızda. Bu da işte yaklaşık 30-31 gigawatt rüzgar anlamına geliyor kurulu güç olarak. 34 gigawatt kadar da güneş anlamına geliyor. Yani şu andaki kapasitelerin 3 katından daha fazlasını önümüzdeki 7 yıl içerisine yapmak aslında teknik olarak mümkün. Veri olarak size bunu söyleyebilirim. Avrupa Birliği’nden bahsedecek olursam, ikinci sorunuza gelecek olursam, bu işte Rusya-Ukrayna kriziyle ortaya çıkan problemlere Avrupa Birliği’nin tepkisi aslında enerji dönüşümünü hızlandırmak oldu.

ABG: REPowerEU şeklinde bir plan açıklandı. Burada bunun dört tane temel ayağı var. Bir tanesi, enerji verimliliğiyle ilgili hedefleri daha da yukarı çekti. Dönüşüm konusunda, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile, devamında “Fit for 55” ve diğer politikalarla beraber çok iddialı hedefler ortaya kondu. Şimdi ise Rus gazına olan bağımlılığı azaltmak için bu hedefleri daha da hızlandırdı ve yukarı çekti. Birincisi enerji verimliliği. İkincisi yenilenebilir enerjide yine aynı şekilde hedefleri yukarı çekti. Yeni yapılan binalara solar çatı uygulamalarının zorunlu kılınması gibi detayları olan yenilenebilir enerji entegrasyonunu hızlandıracak paket üzerinde çalışılıyor. Bir taraftan enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için bütün üye ülkelerin birlikte enerji veya hidrojen ya da LPG alabileceği bir Avrupa Birliği Enerji Platformu kurulması gündemde. Bir taraftan da bunlar için gerekli altyapının, boru hatlarının, hidrojenin yapımı ve finansmanı gibi konular gündemde. Genel anlamda enerji dönüşümünü hızlandıracak bir cevap verdi. Öte yandan, sizin de dediğiniz gibi, nükleer enerji Avrupa Birliği taksonomisine girdi. Fransa’nın başı çektiği ülkeler grubu tarafından nükleer enerji, Fransa’da ciddi bir nükleer enerji gücü var, dolayısıyla onlar bunu yeşil yatırımlar sınıfına almayı tercih ederken bazı ülkeler de söylediğiniz gibi buna tamamen karşı çıkıyorlar. Çelişkili bir durum var, fikir birliği bu konuda yok. Türkiye için ne yapılması gerekiyor? Şura olarak biz, hiçbir enerji kaynağına kategorik olarak karşı değiliz. Kömürü ayrı tutuyorum çünkü net sıfır hedefiyle beraber kömürden çıkış planlaması yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Fakat nükleer lehine veya aleyhine bir pozisyonumuz yok. Türkiye’de zaten halihazırda inşaatı devam eden bir nükleer enerji santrali var; 2023’te ilk ünitesinin devriye alınması planlanıyor. Dolayısıyla burada bunu modellemek önemli. Net sıfır hedefine giderken maliyetleri de baz alarak ve gerçekçi bir şekilde yeni teknolojileri de işin içerisine alarak yapılacak modellemeler sonucu Türkiye’nin stratejisine ve önceliklerine uygun bir plan çıkarmak gerekiyor. Fakat yine aynı şeyi söyleyeceğim. Türkiye gibi bir ülkede bizim önceliğimizin yenilenebilir enerji kaynaklarını sisteme maksimum oranda entegre etmek olduğunu düşünüyorum. Onu gündeme almadan, önceliklendirmeden, bir nükleer enerji santrali yapımından söz edilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum çünkü potansiyel anlamında gerçekten çok avantajlıyız. Avrupa ülkeleriyle kıyaslayacak olursak, Akdeniz Kuşağı’nda, çok ciddi bir güneş potansiyeli ve rüzgar potansiyelimiz var. Türkiye’nin bunu avantaja çevirmesi gerekiyor ve bundan yararlanması gerekiyor. Dolayısıyla, öncelikli olarak bu yenilenebilir enerji potansiyelini nasıl kullanabiliriz sorusuna odaklandıktan sonra sistem maliyetlerini göz önüne alarak diğer kaynakların da düşünülmesi gerekecek.

GB: Teşekkürler. Tabii, 2030’da hedeflerimize ulaşabilecek kapasitemiz olduğunu söylediniz. Bir taraftan da teknolojik anlamda önemli yatırımlar gerektiriyor. İnsan sermayemizi de geliştirmemiz gerekiyor. Bir tanesini yapabiliriz ama üçünü birden yapabilir miyiz konusunda finansal kısıtlar devreye girer mi, ilk öyle bir soru işareti oluştu. Dünyaya baktığınız zaman bu alanda dönüşümü yapabilen ülkeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Örnek olarak verebileceğiniz bir ülke var mı? X ülkesi yaptıysa biz de yapabiliriz, onlar şöyle bir yol izledi diyebileceğiniz bir örnek var mı Türkiye ölçeklerinde düşünebileceğiniz? Bazı Avrupa ülkeleri çok başarılı, Danimarka gibi. Ancak yüzölçümü ve nüfusu çok düşük. Türkiye’yle kıyaslamak çok adil olmayabiliyor. Daha bize yakın ülkelerden düşündüğünüzde, İtalya, İspanya gibi hem iklimi benzer hem de ekonomi olarak da bizden çok uzak olmayan ülkeleri düşünürseniz, örnek verebileceğiniz bir şey var mı?

ABG: Büyüklük ve nüfus olarak Almanya’yı örnek verebilirim. Ekonomik olarak çok benzer değiliz; onlarda refah düzeyi çok daha fazla. Ancak potansiyel anlamında bakacak olursanız Türkiye’den çok az daha yenilenebilir enerji potansiyeli olmasına rağmen orada çok ciddi bir şekilde kapasitenin etkili kullandıklarını söyleyebiliriz. İtalya ve İspanya özellikle güneş açısından çok ciddi ilerlemeler sağladı. Dolayısıyla şunu da düşünmek lazım. Eskiden bu biraz daha sıkıntılıydı. Alım garantileriyle, yenilenebilir enerji sektörünü desteklemek gereken bir dönemde, keza Türkiye’de de öyle oldu, şu andaki rüzgar ve güneş kurulu gücümüzü son on senede uygulanan dolar bazlı YEKDEM’e borçluyuz. Bu tabi ki de birtakım maliyetler getirdi fakat bunu yapmamanın maliyetine de bakmak gerekiyor. Bu kurulu güç olmasaydı şu an enerji fiyatları ne olurdu? Biz ne kadar daha fazla doğalgaz ithal ederdik? Cari açığımız ne olurdu? Bu şekilde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Şimdi, biraz daha farklı bir döneme giriyoruz. Yenilenebilir enerji açısından bakacak olursak, maliyetler düştüğü için artık Türkiye’de ikinci bir YEKDEM var, Türk lirası bazlı. Piyasadaki fiyatların çok daha altında. Bunun da aslında çok fazla bir uygulanabilirliği yok çünkü yeni rüzgar ve güneş, ihalelerle veriliyor. (YEKA ihaleleri) Buradaki fiyatların da çok düşük olması ayrı bir sorun. Piyasa fiyatlarının çok çok altında kapasitelerin verildiğini görüyoruz. Dolayısıyla yenilenebilir enerjiyi geliştirmek eskisi gibi maliyetli değil. Tam tersine biraz fosil kaynaklarla daha maliyetli hale geliyor. Nükleer enerjiden bahsedersek, yine maliyetleri gündeme almamız gerekiyor. Keza, son gelişmeler ışığında ithal ettiğimiz doğalgaz ya da kömür gibi kaynaklar son derece maliyetli hale geldi. Dolayısıyla bütün bu enerji krizinin ya da iklim krizinin kısa vadeli bir sonucu ve çözümü yok. Orta ve uzun vadede atılması gereken adımların atılması gerekiyor. En maliyeti etkin çözüm, her zaman enerji verimliliği, yani talebi azaltmak. Yenilebilir enerjide maliyetlerin düşmesiyle beraber bunları entegre etmek daha kolay hale geldi. Şu anda Türkiye’de yenilenebilir enerji yatırımı yapılabiliyor mu diye sorarsanız maliyetler düştü ama yatırım yapılamıyor. Bunun da farklı sebepleri var. Bunların da finansmanına erişimi sağlayacak bir yöntemle bir dönüşümün sağlanması mümkün.

GB: Yatırım tarafında peki şu anda Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye olan tutumunu nasıl buluyorsunuz? Türkiye’ye yatırım yapma konusunda çeşitli çalışmalar yapılıyor. Bir tanesinde size de yardımcı olmaya çalıştık, hidrojen tarafında. Bir şeyleri düzeltebilirsek yatırım konusunda Türkiye’nin potansiyeli olduğunu düşünüyor musunuz? Şu an ne engelliyor? Aslında maliyet olarak bakarsanız şu anda Türkiye, çok daha ucuz olmaya başladı Avrupalılar için. O açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Kısa bir yorumunuz alalım. Şurada yapılan günlük işleri merak ediyoruz. Onunla ilgili sorularımız olacak.

ABG: Tamam. Türkiye’de aslında yenilenebilir enerji piyasasında büyük uluslararası firmalar yakın döneme kadar vardı. Özellikle 2008-2015 döneminde çok fazla giriş oldu. Avrupalı veya diğer ülkelerden gelen uluslararası firmalar yenilenebilir enerji sektörüne girdiler. Cazip bir yatırım ortamı vardı, o zaman maliyetler daha yüksek olmasına rağmen bu potansiyelden, tabi YEK ’ten de vardı. Hem potansiyel hem de geri dönüş süreleri açısından avantajlı bir ortam vardı ve girdiler. Bu şirketlerin pek çoğu son yıllarda pazarı terk etti. Tabi burada, yatırım ortamında, öngörülebilirlik önemli. Türkiye’de fiyatlar açısından yarını bile öngöremiyoruz, baktığınız zaman. Piyasalardaki istikrar, burada çok fazla müdahale olmaması, mevzuattaki çok sık değişiklik yapılmaması ve belli bir istikrar olması önemli konular olarak ortaya çıkıyor. Son dönemde ortam bozulduğu için çıkış oldu. Yani yenilenebilir enerji kapasitesinin verilmesinde kullanılan yöntem YEKA ihaleleri biliyorsunuz ki, rüzgârda ve güneşte. Orada da aslında son yıllarda çok fazla kapasite verildi ihalelerde ve fiyatlara baktığınızda da bunların çok düşük fiyatlarla ihale edildiğini görüyoruz. Ama gerçekleşmelere bakarsak, çok az bir gerçekleşme var. Yani sadece YEKA da değil, YEKA’ dan önce ön lisans ihaleleri vardı biliyorsunuz. Buradaki gerçekleşmeler düşük veya çok uzun vadeye yayılıyor fakat Türkiye’nin o kadar vakti yok, çok daha hızlı bir şekilde sisteme alması gerekiyor. Bir rüzgar santralinin geliştirilmesinden operasyona kadar geçen süreç 7-8 yıl, şimdi ise daha da çok uzadı. Burada ihaleyle ilerlenecekse eğer, o ihale yönteminin belki biraz revize edilmesi gerekiyor çünkü şöyle bir şey oluyor, çok fazla talep var ve fiyat tek kriter, herkes başvuruyor, fiyatlar çok aşağıya iniyor ve amaç uygulanabilir (Feasible) bir projenin lisanslanması değil, amaç Türkiye’de o kapasitenin alınması yatırımcı tarafından. Yatırımcı bekliyor, burası Türkiye ve burada belki finansman koşulları düzelir, belki bir regülasyonda düzenleme yapılır ve bunlar daha ekonomik hale getirilir şeklinde bir bakış açısı olduğu için o kapasiteler âtıl bir şekilde iptal edilene ya da iade edilene kadar bloke bekliyor. En büyük sıkıntının bu olduğunu görüyorum. Dolayısıyla ihale sisteminin son kullanıcıya en ekonomik enerjiyi sağlayacak şekilde fiyatın düşürülmesi gerekiyor ama aynı zamanda bu fiyatın da projenin finansmana erişimini sağlayacak düzeyde olması gerekiyor. Yani o dengeyi yakalayabilmesi için farklı uygulamalar, farklı ve teknik kriter, finansal kriterler devreye girebilir, farklı yöntemler üzerinde tartışılabilir. Bir eskalasyon formülü var artık biliyorsunuz Türk Lirası, o eskalasyon formülü de belli bir oranda kur riskine açık. İçinden geçtiğimiz ekonomik krizi de bu koşullarla bu projenin finansmanı zor görünüyor. Bütün, belki YEKA özelinde, ama genel anlamda da her sektörde yatırımları etkileyen bir görülebilirlik problemi olduğunu söyleyebilirim. Bu istikrarın, tekrar piyasaya olan güvenin tesis edilmesi gerekiyor ve bunun üzerine de yenilenebilir enerji spesifik olarak kapasite verme mekanizmalarında düzenleme yapılması gerekiyor. Belki YEKA dışında farklı opsiyonların gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Yurtdışında, Avrupa’da gördüğümüz “Renewable PPA” denilen yenilenebilen enerji santralleri daha çok uzun vadeli ikili anlaşmalarla finanse ediliyor. Türkiye gibi her şeyin çok değişken olduğu pazarlarda uzun vadeli ikili anlaşmalar yapmak çok kolay olmasa da, en azından mevzuat anlamında önünde bir engel olmaması gerekiyor. Örneğin, bir Google gibi şirket gelip buradaki bir yatırımcıya “50-100 megawatt bir santral yapın ve ben bu elektriği sizden satın alacağım, şu kadar sene ve şu kadar fiyata” diyebilir. Bu PPA anlaşmaları da finansman için önemli alternatifler. Bu tür alternatif finansman seçeneklerine de olanak sağlayacak ve o fiyat ve finansman dengesinin sağlanabileceği mekanizmalar üzerinde biraz daha düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Yenilenebilir enerjinin entegrasyonunu hızlandırmak gerekiyor diye düşünüyorum.

GB: Teşekkürler tekrar cevabınız için, oldukça verimli bir etkinlik oldu, birçok konuya değindik. Aslında bu cevabınızla birlikte birçok disipline değinmiş oldunuz bu cevabınızla birlikte. Peki, şu anda üniversiteden mezun olmak üzere olan bir insanın, bu sektörde işe girmesi için hangi kriterlere sahip olması gerekmektedir? Siz bu kadar dinamik bir sektörde öncü bir düşünce kuruluşu olarak aranıza yeni katılacak insanlarda neleri arıyorsunuz? Bu konuda görüşlerinizi merak eden çok fazla arkadaşımız var. Kendimizi nasıl geliştirmeliyiz?

ABG: Şuranın aslında çok küçük bir ekibi var ve o küçük ekiple bir yandan çalışmalarımızı ve raporlarımızı hazırlarken bir taraftan şuranın iletişimi yani bu çalışmaların, verilerin veya politika önerilerinin, mesajların enerji sektörü paydaşlarının yani kamu sektörleri, üniversitelerin, STK’ların yani bütün paydaşlara ulaştırılmasından aynı ekip sorumlu. Dolayısıyla, burada işe başlayacak adaylarda aradığımız özellikler analitik düşünebilmesi, kuvvetli bir yazım yeteneği önemli çünkü hem Türkçe hem İngilizce raporlar hazırlamaktayız. Yazım yeteneği ve sevgisi gerekiyor çünkü sevmeden yapılacak bir şey değil, 100-200 sayfa raporlar hazırlıyoruz. Detaylara önem veren bir karakterinin olması gerekiyor. Proje yönetimi ve yüklenici yönetimi önemli çünkü biz bunları danışmanlarımız vasıtasıyla yapıyoruz, onları yönlendirmek ve yönetmek önemli. Yine bahsettiğim gibi şuranın çalışmalarını farklı platformlarda tanıtmak bizim görevlerimizden bir tanesi. Bu da şuranın kendi düzenlediği etkinlikler olabilir, veya farklı konferanslar, seminerler, webinarlar olarak sık sık hepimiz katılıyoruz. Makaleler, röportajlar, köşe yazıları, vs.…  Kuvvetli bir iletişim yeteneği de olması gerekiyor, sunum becerisi de buna dahildir. En önemlisi de bizim yaptığımız iş tam bir ekip çalışması, bireysel bir iş değil. Yaptığımız her çalışmada bizim bütün çalışanlarımızın görüşleri alınıyor. Uzmanlık alanları ne olursa olsun, herkesin her çalışmada görüşü alınıp o rapor son haline getiriliyor. Dolayısıyla ekip çalışmasına uygun bir yapısının olması önemli, bunlar genel beceriler. Teknik becerilere gelecek olursak, genelde çalışanlarımız kalkınma, enerji ekonomisi, enerji ticareti, yenilenebilir enerji gibi farklı uzmanlık alanları var. Ağırlıklı özel sektörden gelmekle beraber, biraz özel sektörlerin ve akademik sektörlerin iç içe geçmiş olduğu profiller bizde ön plana çıkıyor. Burada uzmanlığı ne olursa olsun, enerji sektörünün genel dinamiklerini ve işleyişlerini yani Türkiye’deki enerji politikalarının işleyişlerine az çok hâkim olması gerekiyor. Bazı zamanda da enerji dönüşümü dediğimiz zaman ne anlıyoruz ve ana unsurları nedir, bu konular hakkında bilgi sahibi olması bekleniyor. Tabi bu söylediğim biraz deneyimli çalışanlar için geçerli. 

ABG: Üniversiteden yeni mezun birisinin bütün bu niteliklere sahip olmasını beklemiyoruz, tabi ki. O biraz daha kurum içerisinde, Shura içerisinde mümkün olduğu kadar ‘’junior’’ elemanları eğitmeye çalışıyoruz ama her şeyden önce, en önemlisi, beklediğimiz şey Shura’nın misyonuna yapmak istediği işe gerçekten gönülden inanan ve bu konuda bir şeyler yapmak isteyen birisi olması gerekiyor. Biraz daha genel beceriler ön plana çıkıyor burada çünkü enerji sektörü ile ilgili becerileri, sunumla ilgili becerileri zamanla kazanıyor ve öğreniyorsunuz. Ama işte bu analitik düşünme, genel anlamda ekip çalışmasına uyumlu olma, kritik düşünebilme, soru sorabilme gibi biraz daha genel beceriler yeni mezunlar için ön plana çıkıyor diyebilirim.

GB: Çok teşekkürler, Bilkent Enerji Politikaları Araştırma Merkezi’nde gönüllü çalışma arkadaşlarıyla veya sektördeki uzman kişiler ya da hocalarımızla yaptığımız çalışmalarda çok daha rahat görebiliyoruz belki üniversitenin içinde olduğumuz gibi ama her bölümde temel bir öncelik oluyor. Mühendisler fizibiliteye öncelik verirken iktisatçılar belki fırsat maliyetine öncelik verebiliyor. Hukukçu mevzuattaki kısıtlamaları görebiliyor. Fen bilimlerindekiler teknolojik tarafını iyi analiz edebiliyorlar. Bu kadar farklı öncelikleri olan insanların da tercihleri farklı oluyor. Önce şunu yapmak daha doğrudur gibi tutumlar olabiliyor. Siz kendi merkezinizde yaptığınız çalışmalarda bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Burada ortak karar almanın öneminden bahsettiniz, orada öncelikler nasıl belirleniyor? Nasıl bir çalışma ortamınız var? Bunu merak ediyoruz.

ABG: Yaptığımız iş tamamen aslında multidisipliner bir iş çünkü biz teknik bir çalışma yapsak bile bunu politika önerileriyle destekliyoruz ya da çalışmanın bir sosyoekonomik analizi, teknik bir çalışmada mutlaka maliyet analizi vesaire olabiliyor. Dolayısıyla her çalışmanın hem teknik hem politik hem ekonomik boyutları oluyor bizde. Kişilerin uzmanlık alanına göre projeleri dağıtıyoruz ama şöyle söyleyeyim çalışma konularını nasıl belirlediğimizden bahsedeyim önce, bu hem yurt dışında neler yapılıyor, enerji dönüşümündeki trendler neler, bunları tabi ki takip ediyoruz. Türkiye’deki gelişmeleri, politikaları, öncelikleri baz alarak çalışma konularımızı belirliyoruz. Örneğin geçen sene Paris onaylandı ve Net Zero hedefi açıklandı. Bu sene Net Zero çalışıyoruz. Zaten çalışmayalım diyen pek olmuyor, gündem biraz kendi kendini belirliyor aslına bakarsanız. Net Zero dediğiniz zaman bunun bir teknik tarafı var, modelleme tarafı var bir taraftan. Bir taraftan bunun politika önerileriyle desteklenmesi gerekiyor. Bir taraftan bu dönüşümün sosyoekonomik analizini yapmak gerekiyor. Dolayısıyla bizim farklı disiplinlerde uzman olan bütün ekibe ihtiyacımız oluyor. Her çalışma içerisinde mutlaka bu unsurlar yer alıyor. İş raporu çıkmakla da bitmiyor dediğim gibi bunun iletişiminden de hepimiz sorumlu olduğumuz için. Burada önemli olan herkesin nihai amacının aslında farkında olması, iş planını belirlerken de stratejimizi belirlerken de herkesin görüşünü alıyoruz. Herkesin kendi görüşünü rahatça ifade edebileceği bir ortam olması önemli. Tartışıyoruz ve en iyisini bulmaya çalışıyoruz. Bir raporda da yine ne yapılması gerektiğini mutlaka beraber konuşuyoruz. Çalışanlarımızla birebir yaptığımız toplantıların yanı sıra bütün projelerin sorumlusunun çıkıp anlattığı, bütün ekibin idari personel de dahil bulunduğu toplantılarımız oluyoruz. Gerçekten de herkes o çalışmaya kendi uzmanlık alanına göre, kendi bağlantılarıyla çok güzel katkılar veriyor. Bunun, bir zorluk değil bu kesinlike, çalışmaların çok daha iyi bir yere taşınması için önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum.

GB: Çok teşekkürler. Son bir sorum olacak benim, katılımcılarımızın soruları varsa chat kısmından yazabilirler. Son 5 dakikaya giriyoruz. Tüm bu çalışma esnasında siz bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? Düzenli takip ettiğiniz kaynaklar var mı? Son dönemde okuduğunuz konuyla ilgili kitaplar, makaleler var mı? Orada paylaşmak istediğiniz şeyleri dinlemek isteriz.

ABG: Günüm hep toplantılarla geçiyor. Aslına bakarsanız istediğim kadar okuma yaptığımı söyleyemem. Biraz operasyonel işlerin ağırlığı ile geçmekle beraber düzenli olarak takip ettiğim böyle bir eskiden gelen resmi gazete şeyi var. En azından onunla ilgili raporları alıyorum çünkü enerji sektöründe mevzuatsal anlamda bizi ilgilendiren değişiklikler nedir, ne olmuştur onu takip ediyorum. Günlük olarak enerji ile ilgili haber bültenlerini takip ediyorum. Yine Türkiye enerji piyasasını özetleyen yani haftalık ve aylık yayınlanan bültenler benim için önemli. Diğer kurumlar, enerji dönüşümü ile ilgili çalışan diğer ülkelerde hangi konularda çalışıyorlar, nelere öncelik veriyorlar bunları günlük olarak takip edemiyorum tabi ki ama düzenli olarak onlara bakmaya çalışıyorum. Belli kurumların, kişilerin sosyal medya sayfalarını takip ediyorum. Sosyal medya da artık bizim için önemli, bilgi alabilmemiz için. Düzenli olarak takip ettiğim yayınların bunlar olduğunu söyleyebilirim. Son dönemde daha çok Rusya-Ukrayna savaşı ve Avrupa Birliği’nde bunun yansımaları, dünyada bunun yansımaları, güncel, gündemde olan konular var. Onun dışında bizim yürüttüğümüz projelerle ilgili oluyor odak konuları. Yenilenebilir enerji entegrasyonunun biraz teknik kısmıyla ilgili son dönemde çalıştık, onunla ilgili kaynaklar okuduk. Daha önce işte yeşil hidrojen vardı, şimdi yeşil dönüşüm ve finansmanla ilgili projemiz devam ediyor dolayısıyla gündemdeki projelere göre bizim de odaklandığımız konular sürekli olarak değişiyor.

GB: Teşekkürler. Bir soru gelmiş ama sanırım yanıtladınız kısmen o soruyu. Türkiye’de nükleer santral kurulması hakkında ne düşünüyorsunuz diye. Ek olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

ABG: Teşekkür ediyorum. Aslında söyleyeceğim her şeyi söyledim herhalde. Sadece enerji dönüşümü artık böyle kaçınılmaz bir yere doğru gidiyor. Bu hala daha marjinal bir konu olarak görülüyor belki ama içine girdiğimiz bu dönüşüm bu şekilde devam edecek. Bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye’de bunun içerisinde yer alacak mutlaka. Şimdiden zaten attığı adımlarla bu yönde ilerlemeye başladı. Burada aha önce söylediğim gibi kararlı olmak ve hızlı olmak gerçekten önemli. Bizim de başarımızı, bütün sektör olarak hem kamu olarak hem özel sektör bağlamında bakarsak bu konudaki kararlılığımız, planlama yeteneğimiz ve buradaki aksiyonları kararlı bir şekilde yapmamız belirleyici olacak iklim hedeflerine ulaşmak konusunda. Bu soruyu mesela ben çok sıkılıyorum, iklim hedeflerine ulaşılabileceğini düşünüyor musunuz sorusu çok fazla geliyor. Bu da aslında bunun mümkün olmadığını düşünen çok insan olduğu anlamına geliyor. Tabiki kolay değil, ortada bir taraftan sürdürülebilirlik kriterleri var, bir taraftan arz güvenliğini sağlamak, fiyat kriterleri vesaire var. Bunlar için çözümün aslında biraz birleştiği noktaları bulup konuda kararlılıkla ilerlemek gerekiyor ve olumlu olarak gerekiyor çünkü en baştan bunun yapılamayacağına inanırsak gerçekten baştan işi kaybetmiş oluyoruz. Bunu nasıl yapacağımıza odaklanmak gerekiyor. Bunun altını gerçekten veri ile doldurmak; hem teknik olarak hem ekonomik olarak dünyadaki trendler nedir, yeni teknolojiler nedir, bunları çok yakından takip ederek nasıl yapabileceğimize odaklanmak gerektiğini düşünüyorum.

GB: Çok teşekkür ederiz değerli vaktiniz için. Çok keyifli ve öğretici bir webinar oldu bizim adımıza. Sizleri her zaman Bilkent Üniversitesi Enerji Politikaları Araştırma Merkezi’nde ağırlamak isteriz. Yine yollarımız denk düşerse ortak çalışmaları da yapmaya devam etmek isteriz. Değerli vaktiniz için çok teşekkür ediyorum.

ABG: Çok teşekkür ediyorum. Ben de çok teşekkür ediyorum, sağ olun davetiniz için.

GB: Değerli katılımcılarımıza da vakit ayırıp ayrıca geldikleri için çok teşekkür ediyoruz. Söyleşimizin kaydı en kısa zamanda Youtube kanalımızda yayınlanacaktır. İşimizi daha iyi yapabilmek için önerileriniz, görüşleriniz bizler için oldukça kıymetli. Bizlere her zaman sosyal medya hesaplarımızdan, mail adresimizden ulaşabilirsiniz. Yeni bir programda görüşmek dileğiyle, iyi akşamlar diliyorum.

 

ABG: İyi akşamlar.

bottom of page