Devletlerin çevre ve iklim konusunda ortak kararlar alma zorunluluğu çevre diplomasisini başlatmıştır. İklim değişikliği, küresel ısınma, bölgesel sürdürülebilir kalkınma, doğal yaşamın korunması, biyolojik denge gibi tek bir ülke sınırları içinde oluşmayan sorunlar dünya vatandaşlarını yaygın olarak etkileyebilmektedir. Ayrıca, sınıraşan sorunlar ülkelerin işbirliği yapmasını gerektirmektedir. Devletlerin çevre ve iklim konularında önlem almalarını ve alınan önlemleri düzenlemelerini sağlayan çevre diplomasisi sayesinde sorumluluklarını yerine getirmeyen devletlere yaptırım uygulanması mümkündür. Devletlerin çevre konusunda yaptıkları çok taraflı anlaşmalardan çatışmaların çözümüne kadar her türlü çevre politikasını kapsar. Özellikle güvenlik ve siyasi konularda iş birliği yapmak istemeyen devletler, çevre gibi diğer ülke kamuoyunu iyi yönde etkileyecek konularda diplomasi yapmayı tercih etmektedirler. Ayrıca sadece iki ülke bile çevre hassasiyetlerini gidermek için konferans ve çalıştaylar düzenleyebilir ve anlaşmalar imzalayabilir. Diplomatik bağlarını güçlendirmek isteyen ülkeler için çevre diplomasisini en iyi seçeneklerden biri haline getiriyor. Terim, başlangıçta sadece ulus devletlerin çevresel kaygılarla ilgili diplomatik çalışmalarını kapsasa da, günümüzde iklim ve çevre konularının karmaşıklığı ve farklı aktörlerin katılımıyla daha kapsamlı hale gelmiştir. Sadece devletlerin değil, sivil toplum kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının da bu alanda yer alması devletlerin çevre politikalarına öncelik vermesini kolaylaştırır. Bu kuruluşlar aynı zamanda diplomasi araçları olarak da hareket ederler.
Çevre diplomasisi günümüzde yoğun olarak kullanılsa da kavramın tarihi o kadar eskiye gitmemektedir. Kavramın ortaya çıkışının, ülkelerin çevre bilincini artırmaya ve çevre konusunda ortak sorumluluk almanın gerekliliğini fark etmeleriyle başladığı söylenebilir. 1960'lı yıllarda çevresel kaygıların artmasıyla 1972'de düzenlenen "Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı", daha sonra Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)'in kurulmasında rol oynayacak olan uluslararası konferanstır. 1973 yılında kurulan UNEP, çevre diplomasisinin temel taşı olarak kabul edilmektedir. Bundan önce ikili çevre anlaşmaları olmasına rağmen, UNEP tüm bu çabaları koordine etmek için uluslararası bir organ olarak hareket etmektedir. Bu tarihten sonra uluslararası temasların arttığı görülmektedir. Ayrıca çevre ve ekonomik kalkınmayı birbirinden ayrı ve çelişkili iki kavram olarak görmek yerine ikisinin bir arada olabileceği anlayışı kabul edilmeye başlanmıştır. Ülkeler sürdürülebilir kalkınmaya öncelik vermeye başlamış ve bu konu birçok çevre ve iklim zirvesinin ana konularından biri haline gelmiştir. Bu anlayışla BM Genel Kurulu çevre ve kalkınma kavramlarını birleştirerek 1983 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu'nu (WCED) kurmuştur. 1987 yılında WCED'e başkanlık eden Brundtland'ın adını verdiği Brundtland Komisyonu Raporu'nda sürdürülebilir kalkınmanın resmi tanımı şu şekildedir: “Gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma.”
Türkiye çok sayıda uluslararası çevre sözleşmesine taraftır ve özellikle 90'lı yıllardan itibaren çevre ve iklim konulu uluslararası çalışmalara katılımın yüksek olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye'nin emisyon azaltım taahhüdü olmamasına rağmen 2009 yılında Kyoto Protokolü'ne taraf olmuştur. Ancak, Kyoto Protokolü 2020'de sona erdi. Paris Anlaşması, 2021 yılında Türkiye'de parlamento tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. Ayrıca Türkiye birçok bölgesel çevre anlaşmasına taraftır. Türkiye, 2002 yılında Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi’ne taraf olmuş ve 2021 yılında 22. Taraflar Konferansına ev sahipliği yapmıştır. Karadeniz'in Korunmasına Dair Sözleşmeye taraf olan Türkiye, bölgede kirliliğin artmasına karşı çalışır ve Karada Bulunan Kirleticiler Kontrol Faaliyet Merkezi'nin çalışmalarını aktif olarak koordine eder. Ülkemiz ayrıca UNEP'in birçok projesine katılmakta ve UNEP Çevre Fonu'na düzenli olarak mali destek sağlamaktadır.
Çevre diplomasisi sayesinde küresel ve bölgesel birçok çevre ve iklim sorununa çözüm aranırken, çevre sorunu diğer diplomasi alanlarıyla ortak sorunlarla karşılaşmaktadır. Dış politikada önemli bir konuda harekete geçmek, bazen iç politikadaki önceliklerle çatışabilmekte, bu da çevre ve iklim sorunları açısından ciddi bir engel teşkil etmektedir. Özellikle farklı çıkar gruplarının çatışmaları bu alanı etkilemektedir. Örneğin, karbon emisyonlarını azaltmak için uluslararası anlaşmaları taahhüt eden bir ülkede, iş grupları planlandığı gibi karbon emisyonlarını azaltamayacaklarından endişe duyabilir. Bu durum hükümet üzerinde baskıya neden olabilir. Ayrıca mevcut trend sürdürülebilir kalkınma olsa da her ülkenin gündeminde olduğunu söyleyemeyiz. Bunun için ülkelerin bazı şartları yerine getirmesi gerekiyor ve bölgesel terör gibi sebepler ülkelerin sürdürülebilirliği arka plana koymasına neden oluyor. Bir hükümet bunu gündemine alsa bile ülkedeki çıkar gruplarının tepkisiyle karşılaşabilir. Ayrıca uluslararası arenanın yaptırım uygulayamaması, diplomasinin genel açmazlarından biri olarak çevre diplomasisini de etkilemektedir. Düzenlemeyi sağlayacak ve kısmi yaptırımı sağlayacak yeni çözümler bulunmalıdır.
Ancak bu tür diplomasinin zorlukları bir yana, çevre diplomasisine yönelen ülkeler için ciddi bir kamu diplomasisi potansiyeli bulunmaktadır. Ülkelerin diğer sorunlarını bir kenara bırakarak çevre için taviz verme çabaları, diğer ülke insanlarında iyi bir izlenim bırakmaktadır. Ayrıca çevre hassas bir konu olduğu için dünyada lider olmak için iyi bir imaj oluşturacaktır. Ayrıca olimpiyatlar gibi organizatör ülkeye katkı sağlayan uluslararası etkinliklerin düzenlenmesi gibi uluslararası çevre zirveleri, forumlar ve etkinlikler de hem ekonomi, hem ağ hem de imaj açısından büyük faydalar sunmaktadır. Ülkelerin onlarca zirve düzenlemesi ve az sayıda anlaşmanın sonuçlanması, zirvelerin genellikle siyasi tiyatro olarak görülmesine neden oluyor. Ancak ülkelerin birbirlerine sorumluluklarını aktardıkları ülkeler arasında bir iletişim aracı olarak görülebilir. Bu açıdan çevre diplomasisinin merkezi olma yarışının olduğu söylenebilir. Türkiye, hem küresel diplomatik ağını genişletmek isteyen hem de büyük çevresel kaygıları olan bir ülkedir. Dolayısıyla çevre diplomasisinde öncü rol oynama potansiyeline sahiptir. Burada yeterlilik kriteri, çevre ve iklim açısından mükemmel bir örnek olmak değil, çevre ve iklim konusunda en çok çabayı gösteren, sonuçta çevresel kaygıların azaltılmasına da yardımcı olan örnek bir ülke olmaktır.
Comments