Krizlerin uzmanlığı olmaz, çünkü her kriz ayrı bir canavar türüdür. Bu sebeple kriz uzmanlığı yerine geçmişteki krizlerde nelerin doğru veya yanlış yapıldığının analizi daha önemlidir. Geçmişin incelenmesi bizlere bir araç seti sağlar. Bu sebeple geçmişteki olayları, sonuçları bilgi dağarcığında bulundurmak faydalı olacaktır.
Tüm enerji krizlerinin atası 1973-74 ve 1979-80 petrol krizleridir. Bu krizlere iki sebeple bakmak gerekebilir. İlk petrol krizinde OPEC’e karşı IEA (Uluslararası Enerji Ajansı)’in kurulmasını birçok uzman çok iyi bilir. Ama IEA ile ismi çok karıştırılan EIA (Energy Information Administration) yani ABD’nin enerji bilgi yönetiminin kökeni 1974’lere dayanır. Federal Enerji Yönetimi kanunu ile enerji bilgisini “toplama, değerlendirme, analiz etme, gelecek yansımaları” görevleri belirlenmiş ve daha sonra da önce 1976’da Office of Energy Information and Analysis kurulmuş, sonra ise ismi EIA olarak belirlenmiştir.
Bugün hala EIA, ABD enerji verilerinin tek noktada ulaşılabildiği en önemli kaynaktır. Peki kriz dediğinizde aklımıza bir kaynağın olmaması veya fiyatının yüksek olması gelirken, nasıl olmuş da bir “istatistik kurumu” kurulmuştur? Çünkü petrol krizinde ABD’deki petrol üretiminin arttırılamaması üreticilerin verdiği istatistiklerde yanlışlar olduğunu, bunun da ABD’yi hazırlıksız yakaladığı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.
Krizlerde veri daha da önem kazanır. Çünkü en basit tabiri ile “ölçemezseniz yönetemezsiniz”. Dolayısıyla 2022 ve sonrasında da verinin daha çok konuşulduğu ve daha da önem kazandığı bir döneme gireceğimizi söylemek yanlış olmaz.
Peki krizlerde kimin dediğini yapmalıyız? Halkların mı, politikacıların mı, teknokratların mı, piyasaların mı? Halklar her şeyin fiyatı düşsün ister, politikacılar bir sonraki seçim için iyi görünmek ister, teknokratlar zaten kriz öncesinde kafalarında olan planları devreye sokmak ister, piyasalar da kar etmek ister. Herkesi mutlu etmek için “vergileri sıfırlamak, olayın politikacıların kontrolünde olmadığını söylemek, gerekli gereksiz bir düzenleme sezonu açmak ve hızlandırmak ve fiyatların oldukça yüksek seyretmesini sağlamak” çelişkili bir yeter şart gibi gözükür. Böylelikle tüketici tüketimini kısmak zorunda kalmaz, politikacı oy kaybetmez, teknokratlar kalelerini sağlamlaştırır ve piyasalar yatırımlarının hızlı hızlı geri dönüşünü sağlar.
Bu duruma bir de 1979-80 döneminde bakmakta yarar vardır. Belki de 1981’de ABD’nin en ağır enerji krizinin sonunda kimin geldiğini hatırlamakta da fayda vardır: Ronald Reagan. Bir önceki başkan Jimmy Carter’ın İran rehine krizi ile de başı derttedir. Ama Carter, Beyaz Saray’ın çatısına güneş panelleri (su ısıtma) koyacak kadar yenilikçi, sentetik yakıtlara yatırım yapmak isteyecek kadar da alternatif enerji sistemlerini ön plana almasına rağmen sonuç, daha fazla petrol arayalım diyen, düzenleme karşıtı Ronald Reagan olmuştur.
Yakın dönemde, sistemin oyuncularının optimizasyonun tam tersi olmuştur. Bunun en belirli sebebi ise insanların eylem-söylem ayrımıdır. İster kabul edelim ister etmeyelim, bu evrensel bir kanun gibidir. Bu eylem-söylem ayrımı kısaca insanların söyledikleri istekleri ile yaptıklarının çok farklı olmasıdır. Herkes vergi vermekten şikayet eder ama kimse vergileri referandum konusu yapmaz. Herkes çevrecidir ama kırmızı et, enerji, mal ve hizmet tüketimi son hız devam etmektedir.
En son 2008 krizinde artık petrolün sonunun geldiği çok uzun süre tartışıldı. Yine bu dünyanın yetmeyeceği, kaynakların biteceği hep gündemdeydi. Bunun en belirgin özelliklerinden biri de “kıyamete hazırlananlar” belgesel ve gruplarının artmasıydı.
BP Enerji istatistiklerine göre dünya enerji tüketimi 2020’de 2008’e göre %13 daha yüksektir. Petrol, doğal gaz ve kömürün tırmanışı hızlanmıştır. Sürdürülebilir bir dünya arayışının zirvede olduğu dönem yeni bir fosil döneminin de başlangıcı olmuştur.
Fakat her şey bu kadar günahkar ve iki yüzlü değildir. 1970’lerdeki ABD’deki PURPA yasası yenilenebilir alım garantilerinin de bir nevi atası olmuştur. Yıllar sonra Almanya’daki yenilenebilir enerji destekleme mekanizmalarında da PURPA’dan alıntı yapılmıştır. İnsanların kendi enerjilerinin üretmesinin yolu açılmıştır. Bu da kojen, yani eş zamanlı ısı-elektrik üretim teknolojileri ve doğalgazın yükselişini de sağlamıştır. 2008 krizinde Tesla gibi elektrikli araba şirketleri, güneş panel üretimindeki otomasyon ve ölçeklendirme gibi dönemlerin başlangıcı da olmuştur.
Kısaca kriz yakın dönemde beklenenin tam tersi bir etki yaparken, orta-uzun vadede beklenen etkinin bir kısmını da beraberinde getirmiştir.
Bu krizden çıkışta da daha fazla fosil yakıt tüketimi görürsek şaşırmamız gerekir. Bu sebeple enerji krizlerini ve sonralarını söylemlere kulakları kapatarak verilerden okumak gerekir.
Acaba insanlar bir araya geldiklerinde ortak bir bilgelik mi, çılgınlık mı oluşturmaya daha eğilimlidir? Burada da geçmiş örneklere bakarsak; Kriz dönemlerinde insan toplulukları yolunu kaybediyor, gerçeği veya doğruyu, yapılması gereken şeyi bulamıyorlar. ABD Başkanı Carter’ın sentetik yakıtları çare görmesi, insanların Ortadoğu’dan kaynaklanan 1973-74 krizinde devletlerini tek suçlu görmeleri gibi, hem politikacılar hem de halk aslında krizi derinleştiriyor. Sistem dengesini daha fazla bozuyorlar. Çünkü aciliyet var, herkes bir an önce sonuç istiyor ve zaman yok. Belki 2008 finansal krizi sonrası halkların oy tercihleriyle ABD ve İtalya’daki politik dönüşümü incelemek de doğru olur.
Bu enerji krizi de farklı olmayacaktır. Genelde en kısa yoldan krizlerin çözmek ki, fiyatları sabitlemek veya tüketiciyi desteklemek, incelediğim hiçbir ülkede oy oranını arttırmamıştır. Çünkü insanlar destekleri hak olarak gördüklerinden, bunların etkileri sıfırdır. Ama kriz öyle ya da böyle devam ettiğinden de “devlet” daima sorumludur. Bunun ilginç örneklerinden birini şimdi İngiltere vermektedir. İngiltere’de 21 şirket iflas etmiştir, ama İngiltere yüksek fiyatlara rağmen ek tüketici desteği vermemiştir. Fransa’da Macron yönetimi enflasyon çekleri göndermiş olmasına rağmen politikaları onaylamayanların oranı %57’dir ve bu oran bir senedir aynı düzeydedir. Tabii ki bu anketlerde Covid politikaları ve ekonomi çok daha etkilidir. Ama enerji desteklerinin anlamlı bir etki yapmamış olduğu iddia edilebilir.
Bu çok ilginç bir ikilemdir. Halk fiyat seviyesinde şikayet ederken, destek alsa da politikacıyı cezalandırmaktadır. Çünkü politikacı ne yaparsa yapsın bu krizin baş sorumlusudur. Yani bu enerji krizinde de mevcut iktidarlar ne yaparlarsa yapsınlar işleri zordur. Avrupa finansal krizinde İtalya örneğinde olduğu gibi “komedyen gelse” bundan iyidir de diyen büyük kitleler de şaşırtıcı olmaz.
Peki neden? Krizler hepimizi konfor alanından çıkarıyor. Enerji krizleri de, bizleri bilmediğimiz bir alana sürüklüyor. Geçmişi çok sorgulamadığımızdan da genelde hep aynı hataları tekrar yapmaktan çekinmiyoruz. Bu sebeple enerji de olsa, krizler uzuyor. Bir yandan krizlerden şikayetlerin hacmi artarken, aslında hiçbirimiz ne yapılacağını bilmiyoruz. Dünyanın göz göre göre 2005’ten 2008’e bir enerji krizine sürüklenmesi gibi, göz göre göre şikayet ede ede yine o sonuca gidiyoruz.
Aslında elimizde çok net bir araç olarak enerji verimliliği var. Fakat başkalarının yaptığı verimsizlikleri eleştirmek kendimizi verimli hale getirmekten daha cazip geliyor. Belki de eleştirince doğruyu yapmış gibi hissediyoruz, dolayısıyla doğruyu yapmamıza gerek kalmıyor. Geçmiş küresel örneklerden gördüğümüz, dünyada hemen hemen hiçbir tüketici krizi hissetmeden harekete geçmiyor. ABD’de de insanlar benzin kuyruklarında uzun sıralar bekledikten sonra araç tercihlerini değiştiriyor ki burada düzenlemenin de etkisi var. En son Texas enerji krizinde, tüketiciler krizi yaşamalarına, fiyatları bilmelerine rağmen yine de 5000$/haftalık faturalara engel olamadılar denilebilir. Ancak ondan sonra bir bilinçlenme başladı. Bazı çalışmalara göre bunların etkisi de uzun dönemli olmayabiliyor. 2008 enerji krizi sonrası birçok elektrikli tüketim aracında gerçekten verimliliği gördük. Hiçbirinin sebebi tüketicinin ilgisi de olmadı maalesef, düzenlemelerin zorladığı bir verimlilik oldu. Bu sefer de farklı olmasını beklememek gerekir.
Peki gerçekten dünya 1970ler, 80ler, 2008’lerdeki gibi bir uçtan diğer uca savrulur mu? Çok büyük ihtimalle yine savrulacaktır. 1972’de “Limits to Growth”, MIT’deki bir modelleme ile kaynakların yetmeyeceği tartışması bugün “degrowth” (büyümeme) olarak tekrar gelmektedir. 1980’lerdeki fosil kaynakların sınırlılığı hep gündemdedir. 2008’lerdeki tartışmaların da çok uzağına gittiğimizi iddia edemeyiz. Hatta o zamanlar sözü verilen gıda dışı tarım ürünlerinden yakıt üretimi bile sanki hiç tartışılmamıştır. Kuraklık döneminde ABD’de mısırdan ethanol üretimi 2008’de 3.71 milyar bushel’dan (8 galon=36.4 litre) 2020’de 5 milyar bushel’a çıkmıştır.
Fakat bu enerji krizi de inovasyonu daha da tetikleyecektir. Bu inovasyonun -eğer geçmişteki örüntülere bakarsak -, güneşten veya elektrikli araba pillerinden gelmesi düşük ihtimaldir. Buradaki inovasyon belki de limitlerine ulaşmış (katı hal piller ile de), bir sonraki adım atlamaya kadar 10 küsur yıla ihtiyacı olabilir. Hidrojen ve füzyon her dönemde gündemdedir. Az bir ihtimalle buradan yeni inovasyon gelebilir. Fakat gaz, nükleer tarafında inovasyon beklenebilir. Ayrıca enerjiyi üretme ve kullanma biçimimizde de daha fazla elektronikleşme beklenebilir. İlginç olabilecek bir diğer nokta da, veri ile insan davranışlarının daha öne çıkmasıdır ki davranışsal yaklaşımların enerji politikalarında önem kazanması da dijitalleşmenin bir sonucu olacaktır. Yapay zeka ile materyal ve üretim alanında inovasyonun hızlanması kaçınılmaz da olsa etkileri daha da belirsizdir.
Gelecek tabii ki farklı olacak, her kriz birbirinden farklıdır. Sonuçları da etkileri de farklı olacaktır. Fakat ancak kendimize ve birbirimize notlar düşerek, krizleri daha iyi anlayabilir, analiz edebilir ve birbirimizden ve geçmişteki yansımalarımızdan dersler çıkarabiliriz. İstesek de istemesek de maalesef en iyi dersleri de yanılgılarımızdan çıkarırız. Bundan korkmamamız gerekir.
Comments