top of page
Synergy Logo TR.png

Türkiye ve Dünyadaki Düşünce Kuruluşların Kıyaslanması - Nur Durmaz


Sivil toplum kuruluşları, artık hayatımızın bir kısmında karşımıza çıkıyor. Onlardan farklı farklı şekillerde yararlanıyor ve bize kattıkları şeyleri kullanıyoruz. Bu kuruluşların yanında, İngilizcede Think-Tank denen düşünce kuruluşları da faaliyetlerini arttırıyorlar. Think-Tankler, yani düşünce kuruluşları, ulusal ve uluslararası konularda politika odaklı, analiz ve tavsiyeler üreten, böylece politika yapıcıların ve halkın kamu politikası hakkında bilinçli kararlar vermesini sağlayan, birçok veya spesifik bir konuda araştırma yapan katılım kuruluşlarıdır. Düşünce Kuruluşları ve Sivil Toplum Programı tarafından hazırlanan 2020 Düşünce Kuruluşları Küresel İndeksine göre, dünyada toplamda 12 bine yakın düşünce kuruluşu vardır ve sadece 53 tanesi Türkiye’ye aittir. Türkiye’den daha az gelişmiş olduğu düşünülen ülkelerde bile daha fazla düşünce kuruluşu vardır.


Türkiye’deki çevre ve enerji ile ilgilenen düşünce kuruluşları ile diğer ülkelerdeki düşünce kuruluşlarının temel çalışma konularına göre biraz daha ben merkezli kalan bir ülkedir. En çok ilgi gören konu Türkiye’de enerji iken, bu konuda Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya benzer bir şablon görmek mümkündür. Düşünce kuruluşlarının ilgisini çeken bir diğer konuda iklim değişikliği ve onunla gelen problemlerdir. Bu konular, Avrupa ve ABD'de, çevre ve enerji ile ilgilenen düşünce kuruluşlarının son yıllarda en çok önem verdikleri konulardan biridir. Avrupa Birliği organlarından biri olan Avrupa Komisyonuna göre, gelecek senaryoları üzerine araştırmalar, iklim değişikliğinin doğal ortamlar, bitkiler ve hayvanlar üzerinde dramatik bir etkisi olacağını ve bazı bölgelerde biyolojik çeşitlilik kaybının hızlanmasına yol açacağını tahmin ediyor. Bu etkilerin tarım, balıkçılık, enerji, turizm ve su dahil olmak üzere doğal kaynaklara bağlı birçok topluluk ve sektör için zincirleme etkileri olacağı düşünülüyor. Avrupa Komisyonu böyle önemli bir konuda harekete geçerken, bunun diğer Avrupa ülkelerine de ilham vermesi söz konusudur. Bu nedenle, güçlü bir ulus üstü organizasyonun önem verdiği konular politikalar, ülkelerin ve ulusal kuruluşların kafasını o yöne çevirmelerini sağlayabiliyor. Türkiye diğer bir yandan, kendi içinde dışa bağımlılığını düşürmeye çalışan, gelişmekte olan bir ülke statüsünde olduğu için, ilk olarak enerji konularının ele alınması ve enerji ile ilgili olan problemlerin, belli politikalar ile rayına oturtulduktan sonra iklim krizine de aynı şekilde bakılması, çok da anormal değildir.


İklim değişikliği ve getirdiği riskler her zaman gündemde olan konulardır. Fakat, enerji, dışa bağımlı yaşayan ülkeler için önemlidir çünkü ekonomi ve enerji birbirine bağlı olan iki önemli, ülkelerin üzerlerine düştüğü konulardandır. MENA bölgesi (Orta Doğu ve Kuzey Afrika), su kıtlığı, ekonomik faaliyetlerin kıyı bölgelerinde yoğunlaşması ve iklime duyarlı tarıma bağımlılık nedeniyle iklim değişikliği etkisi riskine karşı oldukça hassastır ve bu yönü ile Türkiye’den farklıdır. Diğer bölgelere kıyasla nispeten düşük toplam sera gazı emisyonuna rağmen, MENA, iklim değişikliği riskini bir araya getiren dünyanın en büyük üçüncü karbon emisyonu büyümesine sahiptir. Yüksek karbon emisyonları, ağırlıklı olarak bölgenin yüzde 74'ünü oluşturan petrol üreten ülkelerden kaynaklanmaktadır. Diğer bir yandan, Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2021 yılında yayınlanan raporuna göre, Türkiye son yirmi yılda hızlı ekonomik büyüme ve nüfus artışı, yalnızca enerji talebinde güçlü bir büyüme sağlamakla kalmamış, aynı zamanda ithalat bağımlılığında da buna bağlı bir artışa neden olmuştur. Sonuç olarak, Türkiye, enerji talebindeki artışı rasyonelleştirmek, tüketiciler için enerji fiyatlarını düşürmek ve ithalat büyüme hızını yavaşlatmak amacıyla enerji sistemini yeniden yapılandırma yoluna gitmiştir. Bundan dolayı, Türkiye’de bir nükleer santralin kurulması düşünce kuruluşlarının ilgisini çekmiş ve bu konu gündeme oturmuştur. Fakat bunun kriz olarak mı görüldüğü yoksa bize avantaj mı sağladığı totalde belli değildir. Türkiye ve MENA bölgesinin enerji için olan yapılandırmaları farklı olsa da, düşünce kuruluşları için son yılların en önemli konusu budur.


İklim, Afrika ülkelerinde en çok değer gören konudur. Bunun nedeni, iklim değişikliğinin Afrika üzerindeki olumsuz etkisinin yüksek tarımsal bağımlılık ve sınırlı uyum kapasitesi nedeniyle şiddetli olması ve olacağıdır. Türkiye’ye bu konuda iyimser bakmak gerekebilir. Bulgular gösteriyor ki, tarım sektörünün üretim ve katma değer içindeki payı yıllara göre azalmıştır. Canlı hayvan dış ticareti incelendiğinde, hayvancılıkta dışa bağımlılığın gelişimi 1990'ların başlarına kadar gitmektedir. Türkiye, bitkisel üretime kıyasla hayvancılık kaleminde dışa bağımlı bir ülke gibi görünmektedir. Bu bulgulara bakınca, eğer böyle devam edilirse, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini Afrika ülkelerin yaşadığı ya da yaşayacağı benzer bir senaryoya sahip olunabilir.


Öte yandan, ABD ve Çin, Japonya, Hindistan gibi Asya ülkeleri karbon emisyonunda birinci sıralardadır. Bu nedenle oralardaki düşünce kuruluşlarının bu konuda araştırma yapmaları Türkiye’ye kıyasla daha yaygındır. Fakat Türkiye’deki karbon oranı, Türk düşünce kuruluşlarının ilgisini çekmiş olmalı ki, yayınlarına bu konuda yer vermişler. Genişleyen enerji ihtiyacının büyük ölçüde fosil yakıtlar, özellikle de elektrik üretimi için kömür tarafından karşılanması ile Türkiye'nin emisyonları önemli ölçüde artmaya meyillidir. Ancak, emisyon artışını sınırlamak için bazı çabalar vaat etmiştir. Fakat Paris Anlaşmasının henüz imzalanması ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin yavaş bir şekilde gelişmesi sebebi ile, Türkiye karbon emisyonlarının azaltılması konusu ne kadar önemli bilinmiyor.


Türkiye, başta rüzgâr ve jeotermal enerji olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının genişletilmesi için Avrupa ülkeleri arasında en büyük potansiyellerden birine sahip olarak seçildi. Bununla birlikte, bugünlerde elektrik üretimimizde yenilenebilir enerjinin payı %35-45 arasında dalgalanıyor. Türkiye'nin yenilenebilir enerji kapasitesinin, esas olarak 2021-2026 döneminde 26 GW'ın üzerinde veya %53 oranında artması bekleniyor. Eğer bu şekilde artarsa, Türkiye enerji açısından daha az bağımlı ve iklim krizi ile savaşmada daha önder ülkelerden biri olabilir.


bottom of page